Powered By Blogger

22 Eylül 2010 Çarşamba

bir dağın kalbi


bir dağın tam içine gömülmek, kalbi olabilmek istemiştim bir zamanlar.. bir dağın ta yüreğine gömülmek... sonra unuttum içimde dağ kadar büyüyen ağırlıkları.. gömülmeyi unuttum.. güneşe döndüm yüzümü, bir günebakan oldum. eylülü bekledim hep, pastırma yazlarını getiren eylülleri, akşam güneşinin kestane ağaçlarına bahşettiği ışık hüzmelerini...

bu eylül, hani tam da gün ve gecenin eş olduğu o kırılgan eylül günü öyle kırıldı ki içimde bir şeyler, gün gibi geceye eş olamadım, gece büyüdü ve yuttu beni karanlık bir dev gibi. Orta Avrupa'ya daha erken gelen o güzel pastırma yazlarına sığınıp yürüdüm; orta çağdan kalma şehrin kalbindeki asırlık ağaçların üzerime düşürdüğü ışık huzmelerine..

yüzümü döndüm güneşe, arkama yeşili aldım, ruhuma hazanı..

siyah bir şal attım gövdesini sarmak için belki yedi kişinin gerektiği bir kestanenin dibine, uzanıp verdim sırtımı yere... az ilerdeki kilisenin çanları çalıyor, güneş ışık demetlerini ağaçların dallarından yerlere savuruyor ve ben yatay olmayı yeğliyordum bir ağacın yedi kat dibinde... ağaç olmak istiyordum, bir kestane ağacının kalbi olmak.. ağaç içine alsın beni diye diledim çanlar çalıyorken hala...

yattığım yerden bakıyordum ağacı mavi bir kan gibi içine alan göğe, kestanenin uzanan damarlar gibi kıvrılan dallarına.. güçlü ve kalın dallar binlerce küçük kısa dala bölünüyor, daha yukarı uzanmak için durmaksızın çabalıyordu.. benim sonsuza uzanmak için durmadan çabalayışım gibi. ağaç almayınca beni içine, yer alsın dedim beni bin kat dibine, kollarıma çıkmaya çalışan minicik karıncalar ve örümcekler soğursun beni toprakla -bir sylvia plath şiirinin dediği gibi- istedim.. çok istedim... emsin toprak tüm varlığımı ve gençliğimi, ağaç köklerinden gövdeye, göğe karışan binlerce damarla gökyüzüne çıkarsın beni istedim... olmadı..

günebakandım, gün battı.

kalktım ağır ağır yerden. saçlarıma ilişen kuru kızıl yaprakları aldım ellerime... kilisenin son kez vuran çanlarına doğru yürüdüm, tam önünden geçip gidecekken açılan büyük kapıdan dışarı ilahiler döküldü. içimdeki küçük çocuk ağlamaklı: duaları kabul eden bir Tanrı diledi benden. büyük tahta kapıyı ittim içeri.. diz çökmüş biçareler göğe, İsa'ya dönmüş dua ederken diz çöktüm ben de kendime.. kalbime ve ruhuma diz çöktüm. onlara acı verip, günah işleyen cahil aklımı affetsinler diye.. yaşlı gözlerle gittim rahibin önüne. eğildim ve yaşlı bir çınar kadar güçlü görünen bu bembeyaz sakallı adam, bilge gözleriyle baktı yaşlı gözlerime ve beni, bilmediğim bir dilde kutsadı; ağzıma bıraktığı şaraba değmiş ince bir parça ekmekle..

ve ben ayrılırken bir pastırma yazı akşamı eski orta çağ kilisesinden, hâlâ ilahiler yükseliyordu göğe pencerelerden...

21 Eylül 2010 Salı

bağ bozumu

bağ bozumu bittiği vakit başlar pastırma yazları.. ben pastırma yazlarının büyüttüğü, kurak toprakların çocuğuyum.. gördükçe kıyıda köşede kalmış birkaç cılız üzüm asmasından sarkan salkım üzümleri, içlenirim hâlâ hiç bağ bozumu görememiş olmanın hüznüyle... pastırma yazları yine kucaklamadan beni, bir bağ bozumunda mayhoş üzümlerin kokusu sarsın kurak ruhumu ve bedenimi...

16 Eylül 2010 Perşembe


kış kurutuyor içimi, yaz kavuruyor.. hiçbir şey bahar dallarıyla, pastırma yazlarının içimde uyandırdığı mutluluğu veremiyor bana.. soldukça pastırma yazları ben de soluyorum, kabuslarla örülü uykulara saklanıyorum.. yeniden açana dek bahar dalları karanlık uykulara hapsolmaya mahkum ruhumu bu bataklıktan nasıl çıkarırım bu kez bilmiyorum..

yapayalnız, başım önde ve biçare.. duruyorum olduğum yerde..

3 Eylül 2010 Cuma

12 Eylül'de Ne Yanıt Vereceğiz?

Bu yazı üniveritede öğretim görevlisi olan bir hukukçu tarafından kaleme alınmıştır... 12 Eylül'de neye evet neye hayır diyeceğimiz hakkında başka bir bakış açısı, karşılaştırmalı bir örnek okumak belki bir parça daha uyandıracaktır bizi..





Re
simde gördüğünüz 1930 tarihli belge ABD'de ilk işsizlik ödeneğinin orjinalinin resmidir. Düşünün bir kalkınmış millet ki daha dünyanın büyük buhranın olduğu dönemde işsizlik ödeneğini sosyal bir kurum olarak başlatabilmiş. Şaşırdınız değil mi? Siz oysaki hep işsizdiniz, ödenek aldınız mı? Yoksa IMF ye aylık kişi başına ödediğimiz 500 tl lik faizi bizimle ödeyenlerden misiniz?

Diyorsunuz ki ben cebimden para falan ödemedim Allaha şükür..
Sakın yanılıyor olmayın? Çaktırmadan size ait bişeyler satılıyor ve bu para sizin hesabınıza oradan ödeniyor olmasın? Tabi vergiye tabi kocaman bir maaşınız varsa, aylık kesilen vergiden bu paranın karşılanacağını düşünebilirsiniz. Ancak öyle bir geliriniz yoksa, bu sefer sizin payınız olan ulusal kaynakların satışıyla bu para karşılanıyor. Yani sahip olduğunuz madenler, iktisadi kuruluşlar, devlet bankaları, gelir getiren diğer işletmeler vs.

Diyeceksiniz ki onlar benim miydi? Onlar şöyle sizindi; tuvaletinizi yaptığınız zaman gider tıkanmıyor veya tıkanırsa belediye tarafından açılıyor, cüzdanınız çalındığında polis ücret istemeksizin araştırıp bulmaya çalışıyor, yangın çıktığında yine ücret beklemeksizin gelip söndürmeye çalışıyorlarsa bilin ki bunların ücreti gelir getiren kamu mallarına ortaklığınla ödenmiş oluyor işte bu ücret. Amerikadaki gibi size ek işsizlik ücreti veremiyor belki ama bu sosyal ve güvenlik yardımlarını sağlayabiliyor.

Diyorsunuz ki 'Keşke Amerika'daki gibi olsaydı nolurdu?' Son derece haklısınız gayet güzel olurdu. O ödemeyi Amerika'da nasıl yaptı o eyalet biliyor musunuz? Bu ilk işsizlik ödemesinden (1936) 15 yıl önce iktidara bir parti geldi: Progressive Party.. Yani bizim Türkçesi 'Kalkınma Partisi' peki bu kalkınma partisi naptı? İlk olarak rüşvet, adam kayırmacılık, zimmet, görevi kötüye kullanmayı önlemeye yönelik olarak düzenlemeler yaptı. Kimsenin gözünün yaşına bakmadı, büyük sanayicileri işveren örgütlerini karşısına alma bahasına, eşitlik ve vergi paylaşımına yönelik yasalar çıkarttı. Buhran döneminde bile verilen vergilerin tüm herkesin iaşesini sağlamaya yeteceği ortaya çıktı. Birileri aşırı zenginleşmedi ama gerçekten herkes ne eğlencesinden geri kaldı ne sosyal barıştan. Çok önemli anayasal güvenceler harekete geçirildi.

Nelerdi o Anayasal güvenceler, bir refah toplumunu nasıl sağladı?
Çok basit: Rüşvetin, adam kayırmacılığın, devleti soymanın önüne ancak devleti kendisine emanet ettiğimiz kamu görevlilerinin yargılanmasının sağlanması ile mümkündür. Yargılanacağını bilen kamu görevlisi işleyeceği suçtan korkar. İşte bundan dolayıdır ki kamuya yapılan atamalarda bile bağımsız kurulları işletildi bu eyalette ve suç işleyen mahkeme önüne çıkarıldı.
O yüzden halkın anayasası o halkın geleceğini belirler.

peki diyorsunuzki nasıl bir anayasa yapmalı halk?

Güzel bir soru: Zira öncelikle halk yapmalı haklısınız. Gelişmiş dünyada asla parti anayasası olmaz, halkın tamamının katılımıyla yapılır bu Anayasa. Halkın sadece referandumda neye ne dediğini bilmeden evet ya da hayır diye oy atması katılmak sayılmaz.

Peki halkın yaptığı anayasada neler olmalı?

İŞÇİLERİN HAKLARI
SENDİKALARIN HAKLARI
SENDİKASIZ ÇALIŞTIRILANLARIN,
EMEKLİLERİN,
İŞVERENLERİN,
KADINLARIN
ÇOCUKLARIN,
ENGELLİLERİN,
DEĞİŞİK MEZHEPLERDEKİ YURTTAŞLARIN,
ÖĞRENCİLERİN,
KÜÇÜK ESNAFIN,
YARGININ,
BASIN EMEKÇİLERİNİN,
GAZİLERİN VE O ÜLKE İÇİN CANINI VERMİŞ ŞEHİT AİLELERİNİN
ÇİFTÇİLERİN,
TARIM KESİMİNDE ÇALIŞANLARIN HAKLARI olmalı..

Diyeceksiniz ki sadece bunlar mı? Halkın özel talepleri yok mu?
Olmaz mı?Anayasa yaparken halkın yıllardır dile getirdiği sorunlara çözüm bulunmalı. Örneğin bizim Anayasamız açısından

DOKUNULMAZLIKLAR,
CUMHURBAŞKANININ YETKİLERİ
KADIN HAKLARI,
PARTİLERİN İÇ İŞLEYİŞLERİNİN DEMOKRATİK OLMAMASI,
LİDER SULTASI,
YÖK,
YARGININ DOSYA ÇOKLUĞU NEDENİYLE GEÇ İŞLEMESİ,
YOLSUZLUKLAR,
ALEVİLERİN HAKLARI,
ETNİK KÖKENLİ VATANDAŞLARIMIZIN KÜLTÜREL HAKLARI
SENDİKAL HAKLAR,
GREV HAKKININ SINIRLARI,
YÜZDE 10' LUK İNSAFSIZ SEÇİM BARAJI
KÜLTÜREL HAKLAR,
HSYK'DA BAKAN'IN VE MÜSTEŞAR'IN YER ALMALARI..

Peki bunlara yer verilmezse ne olur? Anayasa yapılmış olmaz.


Bizden örneği verdikten sonra öykümüze geri dönecek olursak o günden bugüne kadar o eyalette rüşvet, adam kayırmacılık ve zimmet oluşmamıştır. Yanıbaşındaki Illinois de Chicago'da bu işler yürümeye devam ederken Wisconsin Eyaleti'nde o günden beri bunlar unutuldu; gelir düzeyi yükseldi, refah toplumu oluştu.

Şimdi kafanız karıştı; 12 Eylül pazar günü oylayacağım Anayasa'da bu değişiklikler yok mu diye soracaksınız.
Cevap:
Maalesef bunu bilmek için bir hukuk adamı olmaya gerek bile yok HİÇBİRİ YOK !..

Diyeceksin ki kafam karıştı yani yukarda söz ettiklerin gelmediyse bu Anayasa'nın getirdiği asıl önemli husus nedir?

Cevap: Maalesef 12 Eylül kurumları olan YÖK, Dokunulmazlıklar, Grev Yasakları aynen korunmakta..

En önemli değişiklik ise yüksek yargıdadır. YÜKSEK YARGI YÜRÜTMEYE BAĞLI BİR HALE GETİRİLMEKTEDİR.

Yani Wisconsin Eyaletinin 110 yıl önce yapmış olduğu değişiklikler her zamanki gibi sana çok görülmüş, devlet adamlarının sorumluluktan kurtulmasının önü açılmış.

Başta milletvekilleri, bakanlar ve başbakan olmak üzere tüm sorumlu kamu görevlilerinin kendilerini yargılayacak yargıçları kendileri seçer hale getiren bir sistem yapılmış.Yani seni yargılayacak yargıcı o göreve sen getir anlayışı.
Devleti yönetenler kendi yargıçlarını seçerken vatandaştan o kadar çok şey alıyorlarki: 12 Eylül'ün dahi akıl edemediği büyük bir hak da kısıtlanıyor: Vatandaşın Danıştaya dava açma hakkı elinden alınıyor yeni düzenleme ile.

Yani 12 Eylül'de İkinci bir Anayasa travması yaşamak üzeresin. Buna ya 'EVET' ya da 'HAYIR' diyeceksin. Sordum, Amerikan tarihinde böyle bir uygulama olmamış.

1 Eylül 2010 Çarşamba

havaalanında mucize nağmeler


Sabiha Gökçen Havalimanı'ndaki 20. saatimde gece yarısı saat 01.17 itibariyle LCD bir televizyondan Ramazan ayına da hürmeten olsa gerek TRT ve Mucize Nağmeler ekranda... "o bakış ki götürür beni yıllarca geri..." diye diye yatıştırıyor gergin düşüncelerimi sözler. "gözlerin bir içim su, içim yandı doğrusu, öpeyim gözlerinden, kalmaz gönül korkusu.. ah aman güzelim, canım güzelim ben sana yanmışım güzel gözlerine, şirin sözlerine hep aldanmışım.." iyi geldi bu...