Sayfalar

26 Ağustos 2010 Perşembe

Uyanış

Bilgisayarın karşısına oturmuş dalgın dalgın yazmaya çalıştıklarıma bakıyordum. Yeşilköy’ün huzur dolu, ağaçlı sokaklarında kaybolmuş evimin duvarları bu huzura karşın nedense tuhaf bir çoşkuya ve ürküntüye sahip uçak sesleriyle yankılandı sık sık olduğu gibi… Münzeviliğime karşı bir duruştu sanki bu gökyüzü kuşlarının uğultuları. Dağınık dikkatim oradan oraya zıplarken gözüm civciv sarısı eski bir tokaya takıldı, o toka beni ışık hızıyla neşeli ve geçmişte kalan bir güne götürdü. Yıllar öncesinden kalma bir anıya… İlk aşklar unutulmaz ya… Niyeyse anıları da çöpe atılmaz hiç… O civciv sarısı çirkin toka, benim kısa saçlarıma inat elime tutuşturulmuştu büyük ve ulaşılmaz olduğuna inandığım kutsal aşk tarafından…
Kendi kendime gülümsedim sonra… Masamdaki boş bardağa baktım. Sarsak sarsak ayaklandım. Bardağa su doldurdum biraz, ama suyun olmayan tadını bile alamadım. Başımı kitapların ve ansiklopedilerin yığılı olduğu köşeye çevirdim. Niye bu kadar kitabı kitaplıktan yere indirip karıştırdığımı da pek anlamadım aslında, hatta ne ara yaptığımı bile anımsayamadım o an. Sanırım kendimi de bir süredir unutmuştum… Evimin bir kaos, bir pislik yuvasına dönüşmesine de nasıl izin vermiştim tartışılır.. anlaşılan uzun zamandır evimi de kendimle birlikte kapalı bir kutuya saklamıştım. Banyoya gidip aynaya baktım. Tanrım herhalde günlerdir saçımı taramamıştım, bugün bile kısa olan saçlarımın önünde ve arkasında oldukça komik görünen iki tutam saç dimdik ayaklanmıştı, bu halimle inatçı oğlan çocuklarından ne farkım vardı, küçük bir kahkaha attım, sevimli ama dağınık görünmek niyeyse çocukça bir güç vermişti yetişkinliğime.
Artık istemesem de uysallaştırmam gereken saçlarıma gereğini yapmam gerektiğini bildiğimden duşa girdim, uzunca bir süre suyun altında bekledim. Gariptir banyoda daha çok düşünür insan, daha güvendedir, daha çok çözüm bulmaya başlar durmak üzere olan kafası, ben de çalıştırmaya çalıştım saksımı. Biraz daha ayıldıktan sonra dışarıya baktım, güzel bir yaz akşamı olduğuna kendimi inandırdım; dolunay karşıdan kırmızı bir alev topu gibi doğarken ruhumda uzun zaman sonra bir kıpırdanma hissettim bu muazzam tablo karşısında… Odama gidip kâğıt mendiller çöplüğü olan çantamı döktüm yatağın üstüne, hatta içinden yarısı yenmiş kâğıdına sarılı bir çikolata bile buldum, neyse ki yemekten son anda vazgeçtim!
Evden çıktım, ağaçlı yolları geçtim ve Yeşilköy sahilinde, dolunay altında belki yakamozlar bulurum umuduyla.. kutsal suların karanlığına kendimi koyverdim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder