Sayfalar

31 Aralık 2010 Cuma

Büyük Ada

2010 Şubat'ında Belçika'dan gezmeye gelip bende kalan arkadaşlarımız An ve Mie'yi gezdirmek için gitmiştik Büyük Ada'ya, sonra Ağustos başında bir Burgazada turu da yaptım ama o günü kara bir gün olarak kişisel tarihime düşüyorum şimdilik... Sessiz, yeşil, güzel evleri olan her yer benim için en güzel yer olduğundan her ada benim için ayrı bir aşk. Heybeliada'da mahsurluğum bile vardır, bu blogun ilk yazılarından biri de "mahsur cumartesi" adıyla o günü anlatır zaten. Bu yıl şans eseri çok sevdiğim bir arkadaşımın davetiyle Büyük Ada'da geçecek.. Daha mutlu olamazdım herhalde.. Hani belki Ada'da yeni yıla girince bütün yıl adada mahsur kalırım umudu içindeyim! vasiyetime not düşeceğim küllerimi kır gazinosunun bahçesine döksünler, olmadı gömsünler... belki huzuru orada bulurum son demde. 

Aşağıda yılın en güzel günlerinden birinin fotoğrafları var... An, Mie ve Gülten... Şubat ayında dallar çiçek açmış Ada'da ılık bir hava... Ben o sıralar yine uçuyorum, deniz derya peşindeyim... hayatın ne kadar sürpriz dolu, ne kadar ışıklı bir şey olduğunu anımsıyorum bu fotoğraflara bakınca.. söylediğimiz şarkılar sürekli değişiyor ne de olsa... öğrendiğim italyanca cümlelerle kahkalar atıp, hakkımda capitano diye şarkı uyduran arkadaşlarım vardı o gün yanımda. 

Bekle bakalım Büyük Ada bu yılı koyun koyuna geçireceğiz seninle... 











29 Aralık 2010 Çarşamba

umutsuz özgürlük


"Tüm umudunuzu kaybetmek özgürlüktür." demişti Tyler Durden.

Bir türlü kaybedilmeyen umutlar dayanılmaz bir ızdırabı da peşinde sürükleyerek örselerken benliğinizi, artık tümüyle bitirdiğiniz umut, özgürlüğün ve huzurun kapısını açar bir bahar sabahı ışığıyla.

Süregelen bir umudu topyekun yitirmek hayli zor, uzun, zahmetli bir iştir, zira öyle yapışkan, öyle korkunç bir duygudur ki en kutsal sanılan o duygu tümüyle tükenip tüm gemileri yakıp, köprüleri atmanızı sağladığında; yokluğuyla kutsallaşır aslında.  Özgürlüğün soğuk ve keskin rüzgarı nasıl da serinletir bir yangından arta kalma yüreği ve nasıl da güzeldir; belirsizlikten, acı bir katiyetle "en nihayet"e erebilmenin şerefi!

Umut bitince, bağlayıcı tek bir hücre kalmamıştır geriye. Yol açıktır artık.

Yola çıkarken etrafınızı izler ve büyük bir soruyu cevaplarsınız: neden umut ettiğiniz sorusu yanıt bulur sonunda:
 Sevdiği için umut etmez insan, sevildiğini düşündüğü için umut eder, giderken duyduğunuz özgürlük sevilmek kemendinin boynunuzdan sıyrılan rahatlığıdır: sevilmediğini anladığı vakit insan özgürlüğün kanatları ilişir omuzlara... yoksa sevmek yola çıkınca son bulacak iş değildir. o da sizinle gittiğiniz yere gelir.

27 Aralık 2010 Pazartesi

yar-ık




      İçim yarılıyor

İçimde bir şey

Galiba

Yüreğim
 
yar-ılıyor








affet

Şairleri ve şiirleri insanlarla anmak yapılacak en yanlış işlerdendir aslında.. çünkü ne zaman adını ansalar şairin yahut ne zaman en sevdiğin o şiiri okusa biri istesen de istemesen de unutmaya yüz tuttukların serilir önüne... ama işte bazı şiirler öyle yazılmıştır ki sanki şair Cemal Süreya değil unutmaya çalıştığındır, hatta bazen sensindir... çocuksundur.. çocuk gibi sevilmişsindir... çocuk gibi uyumuşsundur birinin koynunda... ama yanlıştır yine de o şiiri yazamamış birini düşünüp onun kaleminden çıkmış gibi bakmak şiire... Süreya'ya ayıptır.. sana yazıktır... affı olmaz bazı sözlerin. bazen çocuk affedilmez halde hırçındır, bazen şair L şairliğinden utandıracak kadar affı olmayan bir cümleyi yazmaya kalkmıştır... bir rüyanın içinden kalkar gider çocuk. rüya gerçek olur. kalkar gider çünkü çocuk... zaten hiç sevilmemiştir ki.

Yine de kıyamaz Süreya'nın şiirine.. oturur okur.. söz verir ölü şaire "bir daha kimseyi yerine koymayacağım, kimseyi anmayacağım senin satırlarında. zaten kimse beni böyle sevemezdi: affet beni Cemal Süreya..."



Bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların

Bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur

Bunlar da saçların işte akşamdan çözüldü

Bak bu sensin çocuğum enine boyuna

Bu da yatak olduğuna göre altımızdaki

Sabahlara kadar koynumda yatmışsın

Bak bende yalan yok vallahi billahi

Sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur

İşe bak sen gözlerin de burda

Gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık

İyi ki burda yoksa ben ne yapardım

Bak çocuğum kolların işte çıplak işte

Bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün

Gözlerin sabahın sekizinde bana açık

Ne günah işlediysek yarı yarıya

Sen asıl bunlara bak bunlar dudakların

Bunların konuşması olur öpülmesi olur

Seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde

Vapurdaydık vapur kıyıdan gidiyordu

Üç kulaç öteden İstanbul gidiyordu

Uzanmış seni usulca öpmüştüm

Hemen yanımızdan balıklar gidiyordu.

Cemal SÜREYA

(Üvercinka)







25 Aralık 2010 Cumartesi

BBC ve Thatcher hakkında bir incelemenin ön hazırlığı

Dünyanın her yerinde medya kuruluşları ile siyasi otoritelerin ilişkileri ve yönetimlerin medya üzerindeki baskıları ya da medyanın subjektif tutumuyla toplumlara kalıpsal bir tavır enjekte etmesi gibi problemler medya kuruluşlarını güvenilmez bir konuma taşımıştır, buna karşın British Broadcasting Corporation (BBC) tümüyle devlet destekli olmasına rağmen tüm dünyadaki en güvenilir medya kuruluşu olarak anılır. Bu çalışmada, dünya çapında objektif tavrıyla değer bulmuş olan BBC’nin Britanya’nın en çok anılan Başbakanı ve yönetim kadrosu döneminde, ki bu hayli uzun bir süreçtir -1979/1990- nasıl bir süreçten geçtiği incelenecektir. Soru başlangıçta muhafazakar görüşleriyle ses getiren ve Sovyetlerce Demir Leydi lakabını alan Margaret Thatcher’ı ve kendisiyle birlikte takipçilerinin yarattığı Thatcherism akımının BBC yayınlarını nasıl etkilemiş olabileceğine dairdi, ancak daha sonra –BBC’yi konu alan bir çalışmada olması gerektiği gibi- iki yönlü bir bakış açısıyla konuya yaklaşmanın daha doğru olacağını düşünerek bir soruyu daha tartışmaya karar verdim: BBC haber politikalarının Thatcher ve hükümeti üzerinde nasıl bir etkisi olmuştur?

BBC’nin objektif tavrının doğrulanması, bunu nasıl sağladığı ve muhafazakar, sağcı bir yönetim tarafından dönüştürülebilme ihtimali ya da tam tersi bu tür bir yönetimi dönüştürmesinin mümkün olup olmadığına dair yapılacak bu araştırma, kendi medyamızla bir kıyas yapmamızı sağlayacak ve belki kendi çalışma sahamızda yeni prensipler oluşturmamız konusunda bir yol açacaktır.

Çalışmanın sınırlarını değişim varsa daha net görebilmek adına Thatcher’ın muhalefet lideri olduğu birkaç yılı araştırmanın başlangıcı olarak alıp, yine 1990 yılından –başbakanlığının bitişi- sonraki birkaç yılı da konuya dahil ederek bir kıyas yapmayı mümkün hale getirmek gerekmektedir. Araştırma yaparken izlenecek yol BBC’nin kendi iç politikaları ve diğer hükümetlerle ilişkilerinin kısa bir yorumu, Thatcher’ın siyasi kimliği, hayatı ve iç-dış politikadaki etkisi ve daha sonra BBC’nin Thatcher ve yönetiminin etkisine ve faaliyetlerine etki edip etmediği, yine Thatcher ve yönetiminin de BBC yayın politikalarına nasıl yaklaştığı üzerinden olacaktır. Ayrıca araştırma süresince belgesel, konuya ilişkin kitap ve makaleler ve elektronik kaynaklardan yararlanılacaktır.

Bibliyografi:

1. Young, Hugo. One of Us: a biography of Margaret Thatcher, London: Macmillan, 1991

2. Küng-Shankleman, Lucy. Inside The BBC and CNN: Managing Media Organisations, London; New York: Routledge, 2000

3. Longmate, Norman. Writing for the BBC: a guide for proffessional and part-time freelance writers on possible markets for their work within the BBC, NewYork: BBC/Parkwest Publications, 1988

4. Stokes, Jane and Reading, Anna der. The Media in Britain:Current Debates and Developments, Houndmills, Basingstoke, Hampshire : Macmillan ; New York : St. Martin's Press, 1999.

5. Semetko, Holly A. The Formation of campaign agendas : a comparative analysis of party and media roles in recent American and British elections, Hillsdale, N.J. : L. Erlbaum Associates, 1991.

6. Şen, Gülden çev. Margaret Thatcher: Başbakanlık Yılları, İstanbul: Gençlik Yayınları, 1995

7. Evans, Eric J. Thatcher and Thatcherism (electronik resource) London; New York: Routledge, 1997

8. Dorman, Andrew M. Foreword by Michael Clarke. Defence under Thatcher [electronic resource] Houndmills, Basingstoke, Hampshire ; New York : Palgrave, 2002.

9. Kendall, Kenneth. Yön. A year to remember 1979 [VHS]. British Pathe News Limited, 1992.



Araştırmanın zorlayıcı kısımlarından biri BBC’nin çok uzun bir geçmişi olması ve aslında konuyu hakkıyla çalışmak için tüm bu süreçteki değişim ve dönüşümlerinin incelenmesi gerekliliği ve yine Margaret Thatcher’ın da on bir yıllık başbakanlık dönemi öncesindeki muhalefet liderliği ve uzun siyasi kariyerinin de bilinmesi gerekliliği. Bu nedenle her ne kadar sınırlama yapılsa da konuyu bu sınırlar içinde tutmak ince bir çalışma gerektirecektir. Yine ikinci bir soru da Britanya’nın siyaset ve BBC’nin medya konusunda diğer devletlere göre sağladığı istikrar ve başarıyı düşünürsek araştırmanın sonucunda tatmin edici ilginç bir bulgu elde edilememesi de mümkün olabilir. Buna rağmen Thatcher döneminin Britanya ve dünyadaki Demir Leydi etkisi bu şüpheyi azaltmaktadır.











17 Aralık 2010 Cuma

acı.

Çölde
Bir yaratık gördüm, çıplak, vahşi.
Çömelmiş oturuyor,
Yüreğini ellerinde tutuyordu.
Yiyordu.
Dedim ki: Tadı güzel mi dostum?
"Acı, acı," diye karşılık verdi;
"Ama seviyorum
Çünkü acı
Ve benim kalbim.



(H. Crane, Nilgün Marmara'nın "Sylvia Plath'ın şairliğinin intiharı bağlamında analizi" kitabından)

13 Aralık 2010 Pazartesi

erdener'in sesinden..


Atatürk'ün en sevdiği türkülerden diye bilinir Bülbülüm Altın Kafeste, ben de içten içe mutlu olurum benim de en sevdiğim türkü olduğu için... bir de Selva Erdener yorumu vardır Bülbülüm altın Kafeste'nin, Ata yaşasaydı da bu yorumu dinleseydi eminim büyülenirdi, zira çağdaş çok sesli türk müziğiyle ve insanın kalbinde yankı bulan soprano bir sesle nasıl bu kadar kusursuz yorumlandığını görünce eminim gururlanır ve daha da çok severdi eseri.. Türküyü Erdener'in eğitimli soprano sesinden her dinlediğimde daha da anlamlanıyor sözler sanki; o bülbülleri har ağlatır, aşıkları yâr ağlatır derken bir çığlığa dönüşen sesiyle ağlatıyor dinleyenlerini.. düşünüyorum Mustafa Kemal kimi düşünürdü dinlerken sözleri diye.. ötme bülbül yarim hasta derken sözler, 

Fikriye mi geçerdi yüreğinden, yoksa uşşakîlerin gururlu kızı Latife mi?

benimse içimde en çok yankılanan dizeler her zamanki gibi: 
"ben sana dayanamam yârim, ben sana aldanamam."


7 Aralık 2010 Salı

geçmişini yeniden yaz

Gustav Klimt- Der Kuss

...eline bir Bedri Rahmi Eyüboğlu kitabı sıkıştırıp, bir okyanus öteye yolculamıştım çok sevdiğim bir adamı... haftalar boyu -bir yazarın dediği gibi- o hüzünden bu neşeye kondukça yüreğim, evimden uzakta başka bir kıtada dinlerken oblivion'u, ben de okudum Eyüboğlu'nun tekrar tekrar her bir şiirini... oradan oraya göçerken aklımda sorular ve kalbimde kanamalarla, uykusuz bir Viyana gecesinde, saraydan satın aldığım defterin kapağındaki Klimt'in Der Kuss'una baktım,  Coelho'nun kitabını yeniden okudum... sonra durdum ve o defterin ilk sayfasına -kente dönüşümde okusun diye- onun için bir mektup yazdım... ama mektubu okutmaya cesaret edemedim, çünkü kente ben döndüğümde çocuklar eteklerime sarılmadılar "haydi seni bekliyor!" diye... aksine o kırgınlıklarını bir okyanus boyu sırtlayıp, suskunluğuna sarılmış beklerken, çocuklar hüzünle sokak aralarına dağılmışlardı...


şimdi dosyalarımın arasına habersizce iliştirdiğin satırlara bakıp düşünüyorum: "geceyi uyut, günü yarat... geçmişi yeniden yaz, kaybolanı arat..." 


geçmişi yeniden yazmak mümkün mü? 


geçen gece uykumda kulağıma fısıltıyla bir ses çalındı... tek bir cümle akıyordu ard arda hiç durmadan... tanıdım sesini; 
o ses yitirdiğimiz geçmişin kayıp cümlelerinden bile daha gerçekti...