Sayfalar
31 Aralık 2010 Cuma
Büyük Ada
29 Aralık 2010 Çarşamba
umutsuz özgürlük
Sevdiği için umut etmez insan, sevildiğini düşündüğü için umut eder, giderken duyduğunuz özgürlük sevilmek kemendinin boynunuzdan sıyrılan rahatlığıdır: sevilmediğini anladığı vakit insan özgürlüğün kanatları ilişir omuzlara... yoksa sevmek yola çıkınca son bulacak iş değildir. o da sizinle gittiğiniz yere gelir.
27 Aralık 2010 Pazartesi
affet
25 Aralık 2010 Cumartesi
BBC ve Thatcher hakkında bir incelemenin ön hazırlığı
17 Aralık 2010 Cuma
acı.
Bir yaratık gördüm, çıplak, vahşi.
Çömelmiş oturuyor,
Yüreğini ellerinde tutuyordu.
Yiyordu.
Dedim ki: Tadı güzel mi dostum?
"Acı, acı," diye karşılık verdi;
"Ama seviyorum
Çünkü acı
Ve benim kalbim.
(H. Crane, Nilgün Marmara'nın "Sylvia Plath'ın şairliğinin intiharı bağlamında analizi" kitabından)
13 Aralık 2010 Pazartesi
erdener'in sesinden..
7 Aralık 2010 Salı
geçmişini yeniden yaz
Gustav Klimt- Der Kuss |
...eline bir Bedri Rahmi Eyüboğlu kitabı sıkıştırıp, bir okyanus öteye yolculamıştım çok sevdiğim bir adamı... haftalar boyu -bir yazarın dediği gibi- o hüzünden bu neşeye kondukça yüreğim, evimden uzakta başka bir kıtada dinlerken oblivion'u, ben de okudum Eyüboğlu'nun tekrar tekrar her bir şiirini... oradan oraya göçerken aklımda sorular ve kalbimde kanamalarla, uykusuz bir Viyana gecesinde, saraydan satın aldığım defterin kapağındaki Klimt'in Der Kuss'una baktım, Coelho'nun kitabını yeniden okudum... sonra durdum ve o defterin ilk sayfasına -kente dönüşümde okusun diye- onun için bir mektup yazdım... ama mektubu okutmaya cesaret edemedim, çünkü kente ben döndüğümde çocuklar eteklerime sarılmadılar "haydi seni bekliyor!" diye... aksine o kırgınlıklarını bir okyanus boyu sırtlayıp, suskunluğuna sarılmış beklerken, çocuklar hüzünle sokak aralarına dağılmışlardı...
şimdi dosyalarımın arasına habersizce iliştirdiğin satırlara bakıp düşünüyorum: "geceyi uyut, günü yarat... geçmişi yeniden yaz, kaybolanı arat..."
geçmişi yeniden yazmak mümkün mü?
geçen gece uykumda kulağıma fısıltıyla bir ses çalındı... tek bir cümle akıyordu ard arda hiç durmadan... tanıdım sesini;
o ses yitirdiğimiz geçmişin kayıp cümlelerinden bile daha gerçekti...
28 Kasım 2010 Pazar
bir ağustos vakti
yine chopin’den révolution’u çalar komşumuz,
sen işinden ben işimden dönünce akşamları,
soframız hazır taze ekmek limon çiçekleri,
sonra ben sana nâzım’dan şiirler okurken,
üşüşür penceremize gece kelebekleri,
artık dalar gönlümüzce büyük şeyler düşünürüz,
her sıçrayış bir birikişe bakar,
her birikiş bir sıçrayışı hazırlar,
baştan başa tarih birikip sıçramalarla doludur,
saat kulesi gecenin on birini vurur,
varıp deliksiz uyuruz uyuruz sabahleyin,
bıraktığımız yerden hayata başlamak için….
16 Kasım 2010 Salı
uzaklar!
Uzunca zamandır okumadığım o cümleler önüme serildi az evvel tesadüfle.. ve yine ruhuma doldu gitme isteği ezberimde canlanan sözlerle... tekrar teşekkürler Can Dündar.. ruhuna, kalemine sağlık!
"Ah! yollara çıkmak lazım şimdi...
Gride tükenmez krizler, nafile rutinler, virane ilişkiler bırakarak yelkenleri şişirmek lazım...
Doldurup bavula ertelenmiş coşkuları, rüzgarları sırtlamak, martıların peşine düşüp asfalt bilmez topraklara koşmak lazım...
Serseri bir şişede imzasız bir mektup olup meçhul kıyılara vurmak lazım...
Kış bastırdıkça baharın izini sürmek lazım...
Unutulmuş paslı bir hançer gibi çekilmek kınından ve yollara sürtündükçe yeniden bilenip ışımak lazım...
Ah! gökten yıldız yağıyordur oralarda; dallar hazdan kırılıyordur.
Şimdi uzaklarda olmak lazım... "
13 Kasım 2010 Cumartesi
ölü ozanlar derneği
NİŞAN
Suların uzak denizlere vardığı yerde
Uçsuz zamanlar çiçeği
Lanetli zakkum
Sağıyor yitirilmiş maviyi ıtırlardan
Yüzüm bulutlara boyanıyor
Ey çocuk aklım
Savruk bir yağmur sonrası
İçe kapanış
Duyarsızlığı sürüyor üstümüze
Sekerek bir küfürden geçiyor pırıltısı
Ne yağmur duyuyor sesi
Ne pencereler
Her şey yarım yamalak
Yarım yamalak sevi
Bir kadın köpeğini salıyor özgürlüğe
Koşup bütün zamanlara sığıyor sevincini
Gizemli perdeler sarmalıyor evi
Tanığımdır yaşlı çam
Sarmaşık sömürgesi
Hayatı savunan nefesin nefesimde
Bir sese nişanlıyorum solgun bir sesi
Yalnızlık bakıyor aynadaki resimde
---------------------------------------------------------------------------------------
VE
Haydi tut ellerimi sıcacık yürüyelim
Bulanık bir sonbaharı saçlarına sindirerek
Eski coşkular yoldaşı çınar gölgelerine
Bastırılmış tutkuların deprem kuşaklarına
Hırslı çocukların yürüdüğü sokaklara
Al kurumuş yapraklar gibi sakla bu hüznü
Ölümle oynayan çocuklardık daha
Alaca gömleklerimiz sızıyordu tenhalara
İşte yine pencereden atılmış
İntihar süsü verilmiş bembeyaz bir yüz
Bir kadının sevdasını bıçaklıyor güz
Herkes dulbaşına kalıyor
Çiçekler çürüyor
Çürüyor solgun dostluklar
Bir nabız vuruşu duyulsun tut
Ölü kentin aylak karıncaları saklasın suskusunu
Devinsin sarhoş yosunlar durmadan
Edilgen kaygıların burgacını tırmanalım
Tutunalım karanlık dallarına selvilerin
Kimselerin duymadığı çığlıklarımız
Ulansın birbirine
Tut ellerimi sıcacık tut.
------------------------------------------------------------------------------------------
BEBEK
Seni bir orman ışığı gibi hatırlıyorum
Gölgeli serin kucağına düşüyor yapraklarım
Seni dalların karanlığından süzüyorum
Irmağın sarmalına direnen kırık bebek
Beni savruk bıyığımla hatırla
Atıp atıp bağrına bas yalnızlığımı
Tenha bir eylül yakamozu gözlerin
Yorgunum çalınmışım kırgınım
Yine de sevinci savunuyorum
Terk ettim silahımı yitirilmiş coşkular gibi
Şimdi penceresinde kırmızı sardunyalar açan
Beyaz badanalı bir köy evidir sevdam
AYDIN HATİPOĞLU
Gün Olur
12 Kasım 2010 Cuma
Greenpeace: küçük balıkları kurtarmak üzerine bir proje
Yanlış anlaşılmasın, "seninki kaç santim?" artık asla büyüme fırsatı bulamayan küçük balıkların boyuna dair bir soru... bu projeye internet üzerinden imza verip bir balık ediniyor ve onu kurtarıyorsunuz..
Küçük balık olmazsa büyük balık da olmaz diyor Greenpeace. çünkü artık küçük balıkların büyürken Samed Behrengi'nin küçük kara balık'ı gibi kılıçla dolaşması lazım takıldıkları ağlardan kurtabilmeleri için...
Şimdi sizin küçük kara balığınız kaç santim bir bakın bakalım :)
3 Kasım 2010 Çarşamba
iyi ki doğdun BABA...
babaşkım'a
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici - hep, hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul'a
Bi helallaşmak ister elbet , diğ'mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim
Can YÜCEL
Sana dair hatırladığım en eski hatıram Baba, kullanılmadığı için sürekli içinde oyun oynadığım bahçe katında sanırım henüz 4 yaşında rutubetten yuva sahibi olmuş bir akrebin sırtındaki beyaz yavruların zararsız olduğunu düşünerek "aaaaa baba baaakk apreğin beyaz beyaz yavvuları vaaaarr!" diyerek elimi onlara uzattığım an verdiğin tepkidir: Bir anda -ben tam akrebi elime almaya niyetlenmişken- beni tişörtümün ensesinden yakalayıp kendine çekmiştin "onlar zehirli! sakın dokunma!" sonra da bana akrebin ne olduğunu, dokunursam ne olacağını anlatmıştın.. beni doğduğum ilk andan beri koruduğunu biliyorum, ama hatırladığım ilk kahramanlığın o sahnede yaşanan..
Öyle dönemeçler atlattık ki seninle.. Babamdın, arkadaşım oldun, dostum hatta sırdaşım oldun sen.. Ben hep seni korudum herkese karşı, sen beni! Ne yaparsak yapalım suç ortaklığından mutluyduk biz.. hâlâ öyleyiz! İlk içkimi seninle karşılıklı içtim, içeceksen eğer benim yanımda içmeyi öğrenip de git dedin.. ilk kavgamızı ben lisedeyken ettik, hiç unutmuyorum 15 gün odamdan çıkmamış, ağzıma lokma almamıştım.. sen bu küslüğe bir gece yastığımın altına bıraktığın bir kalıp fıstıklı çikolatayla ve ertesi sabah kendin yapıp getirdiğin menemenle son vermiştin :) zaten yastık altı çikolata en meşhur barışma yöntemindir, benim de en sevdiğim yöntem tabii!
Arkadaşlarım her zaman bayıldılar sana.. kızlı erkekli toplanıp seni konuşurduk.. hele erkekler senden korktukları kadar hayrandılar.. çünkü hiç ummadık anda "kalkın eşşoğlu eşşekler! hadi birer bira çakalım!" diyip bizi dışarı çıkaran başka baba yoktu etrafta! :) sen hep en kahraman, en korkunç bakışlı, en yumuşak kalpli, en şakacı babaydın! benim babamdın! benim babamsın!
Mektup yazardım sana babacım, sen de okuyup kimse bulamasın diye kendin yarattığın bir ritüelle yakardın onları ki sırlarımız açığa çıkmasın.. hata yaptığımda asla kızmadın bana, herkes yuhalasa da sen arka çıktın, senden aldığım güvenle aştım engelleri.. ağladığımda sen de benimle ağladın.. canım yandığında dalga geçerek sakladın içinin sızısını.. hep sevdin beni.. en çok beni sevdin sen de benim en çok seni sevdiğim gibi... uzun yolculuklar yaptık seninle.. tren yolculukları, araba yolculukları baş başa, uzun uzun konuştuk saatlerce susmadan.. diğer yolcularla dalga geçip kıkır kıkır güldük.. araba kullanmayı öğrenirken ben, niyeyse bir tek sen tedirgindin, binmem ben senin sürdüğün arabaya demene rağmen benimle geldin :)
Beni hiç şımartmadın, ama hep övdün arkadaşlarının arasında ben yokken ortalarda.. onlar anlattılar yerine senin benimle nasıl da gurur duyduğunu, onlar da gurur duydular benimle.. beni hep baş köşeye oturttun arkadaş toplantılarında, koca koca bilgili adamlar arasında bana söz verdin, güven verdin, ben konuştukça desteklediniz beni hep birlikte.. Bundandır bugün erkeklerin olduğu her ortamda en saygı gören kadın olmam, çünkü bana erkeklerin arasında nasıl kendinden emin, nasıl terbiyeli ve söz sahibi olunabileceğini öğrettin..
Huysuzlukların, homurdanmaların, anneme çocuk gibi durmadan takılmaların, şakaların, azarların, yemeklerin, sincap gülüşlerin... aklıma seninle ilgili gelen her ufacık şeyde seni nasıl sevdiğimi, nasıl özlediğimi hatırlıyorum.. ve her defasında sana bir şey olursa diye korkumdan ölüyorum baba.. inan korkudan ölüyorum...
Kalabildiğin kadar kal bizimle, dikkat sağlığına ve keyfine.. kızsak da sana bazen seni her şeyden daha çok seviyoruz biz, dünyadaki tüm erkekler bir araya gelse bile bir tane sen yapamazlar hem :)
31 Ekim 2010 Pazar
iki şiir
"kumru yanıldı.
yanılarak
kuzey yerine güneye uçtu,
su sandı buğdayları,
yanılarak.
denizi gökyüzü sandı,
geceyi sabah sandı,
yanılarak.
yıldızları çiy taneleri,
sağanağı tipi sandı,
yanılarak.
senin eteğini gömleği,
senin kalbini yuvası sandı.
yanıldı.
"
"akşamdır
tek bir kayın ağacı
durur solmaya ufukta
yürekten başlayan acı
yürekten ruha ve akla
anılar mavidir dörtnala
geçer gözlerin leylaklarından
ve dalgınlığın namusuyla
boşanırım gökyüzüne
uyku-
larım-
dan.
"
— guillaume apollinaire / çev. cemal süreya
29 Ekim 2010 Cuma
memory in Moers
Steinstraße |
yaşlı keman virtiözü |
The stale cold smell of morning
The streetlamp dies, another night is over
Another day is dawning
Touch me
It's so easy to leave me
All alone with the memory
Of my days in the sun
If you touch me
You'll understand what happiness is
Look
A new day has begun
24 Ekim 2010 Pazar
France and Turkey "Laicité - Laiklik"
Laïcité is called as secularism in English, but this word find its mean of course in French, since laïcité was born in France in spite of the fact that there was secularism in Germany, laïcité is different than secularism, forwhy laïcité is more institutive. In the first provision of 1905 French Constitution says, "Republic secures the freedom of religion and conscience." and the second provision says, "Republic does not approve any religion." These provisions of the 1905 French Constitution shows us that the State does not have any religion, so anyone can believe what they want. In brief this provisions are permissions, the state and the religion are separate, hence anyone is free as religional. However 1905 constitution, France had many argument about laicité, because France was "the Eldest Daughter of the Church" untill it would be "the Daughter of the Revolution." For many catholic, it was a difficult period to adapt, for many centuries, while they were saying "Father-Son-Holy Ghost", they started to say "Wisdom-Science-Advencement", but christian traditions always live in France and probably will continue live like Sarkozy's say.
There is many Jewish and Muslim in France, so this situation created some important argument, especially about head scarf. In 1989 fall, a head scarf problem appeared in a college in Creil; then 45 different school reported the young muslim girls in head scarfs. This case seemed like would cause a deep and a consistent separation among laic people.(J. Baubérot, Laiklik, 33, 2009) After that media's all interest turned head scarf and laicité and discussions and arguments about headscarf and laicité still continue.
Laicité in Turkey is a very different and similar process. As similar, Ottomans were like French people, they were very important for their religional mass. France was the Eldest Daughter of the Church, and Ottoman was the successor of the prophet for all muslims.
For people who finished the wars, adaptation was not easy to a new republic, new clothes and a life without a muslim caliph. Republic and laicité caused many concern, even riots, but people needed a hope and a new liveable life without war, a modern life could provide these, especially women were much more happy than men, since new rules and constution gave many rights, laicité sepatated the State and the religion, but clothes rules as called Hat Law, against to muslim's clothing rules for women. Of course head scarf is not equal and impellent, if like in Iran's, but people want to cover themselves their own desire, not covering with force and laws is not equal and impellent, too. As like as today in universities in Turkey. This situation can call as "Laikçilik" easily. In Turkey, laicité was used for removing from religion and to close the scince in fact, but today we can see when we look at past, people did not await for this speed pass, if they were await the first opposition parties could not gain a big support from the folk.
According to Jean Baubérot, laicité appeared in schools, state got a new laic morality lessons in 1882 and then in 1905 in the constitution the state and religions separated. In Turkey, laicité approved in 1937, but laicité never assimilate among people because they did not come accross a persecution about religions like in dark ages in France. There was noone against science, modernism, also minorities were living in peace untill 1955. If there were not this forbiddens, may be some evil events would not live.
France and Turkey close each other lately, such as Sarkozy's supports to minaret forbidden of Switzerland. Each France and Turkey are separated about laicité, but of course laicité was born in France and they can solve the problems more easy than Turkey. Laicité can be a powerful solve, if states and spme people did not change the word's mean. They change and give a new meaning this word, and laicité turned to a new religion. For some people Laicité is atheism, for some people like scientology, but laicité is not a religion, it is just respect to anyone who believe what they want, what they do which rules from their religion or not doing, can stay agnostic or atheist, yet knowing the state has never a religion.
French Political Parties Today
The framework of the French political system was changed by the 1958 constitution that created the Fifth Republic. Many observers at the time did not hold out much hope for the success of the new regime. However, over time the country has stabilized, and it appears as if the current framework has cured at least some of the political problems that plagued France during all of the previous republics. The system is a hybrid presidential-parliamentary one that has both a president and a prime minister. The combination of characteristics has created a complicated government structure that strikes many as unwieldy, but the Fifth Republic has survived multiple challenges, and has at least tempered the unpredictability and instability of the historical "swing effect."
Political parties have the status of an association under the Act of 1 July 1901 on association contracts. They are organised on a long-term basis and established throughout France. They aim to exercise power or at least take part in it. Pluralism and competition of various political groups are among the foundations of democracy and freedom of opinion. This is embodied in Article 4 of the Constitution of the Fifth Republic, as is the freedom to join a party or not.
The internal organisation of a party is set out in an enactment. Parties need structures so that they can be introduced into the electorate and endure:
· At national level, a national office or council, led by a chairman or national secretary, most often elected by all its members;
· At local level, branches or cells organised into Departmental federations. Their bodies are elected by the members.
Political parties that have elected representatives in the National Assembly, Senate or European Parliament are as follows:
· The Union for a Popular Movement (UMP)
· The Union for French Democracy (UDF)
· The Socialist Party (PS)
· The French Communist Party (PCF)
· The Greens
· The National Front (FN)
· The Movement for France (MPF)
· The Left Radical Party (PRG)
While the political parties in France can be divided into right and left leaning parties, the political party spectrum is much more broadly represented than in the United States. The French government, conceivably, can take the views and desires of a wide range of citizens into account. France also has a number of political parties with views that support communism and worker's rights. The goals of these parties are represented in Parliament, ensuring more protection for the working class.
Today, owner of the government is Union For a Popular Movement (UMP) of Nicolas Sarkozy. In fact The Union for a Popular Movement created a political party which would ensure victory for Chirac and dominate Parliament. UMP is a moderate political party with many progressive policy reforms to its credit. When we look past, there is Rally for the Republic before Union For a Popular Movement. Historically, Rally for the Republic was probably the most powerful political party in France. It generally took approximately one-fifth of each election, and over time, several smaller parties aligned with Rally for the Republic for more political clout. Rally for the Republic was founded in 1976 by Jacques Chirac. In 2002, the political party merged with several other major political parties to form Union for a Popular Movement. Another powerful political party in France is the Socialist Party. In Europe, Socialists are differentiated from Communists, with many nations having a substantial Socialist majority. The Socialist party is committed to worker's rights, access to health care and education for all citizens, as well as state support for citizens in need. The Socialist Party cooperates with other left of center political parties including the Greens and the Left Radical to advance their aims.
The National Front is a political party which is also active in France, mostly regionally. The National Front is a right of center, nationalist political party which has been accused by detractors of being racist, anti-Semitic, and far-right. The party promotes traditional French values, higher tariffs on imports, more separation from Europe andreinstatement of the death penalty. The National Front is opposed to immigration and liberal movements. While the National Party rarely gains seats on the national level, it does exert power in some regions of France, especially those struggling with immigration issues.
In 2005 Le Figaro wrote, "French political parties separated about Membership of Turkey's to EU and EU constitution"
Then Le Monde wrote, President Jacques Chirac and government warned not to implicate these two issue each other, but the warning did not work. Then the newspaper had summarized in 2005 attitude of the parties about membership of Turkey;
YES FOR CONSTITUTION AND TURKEY: President Jacques Chirac, Socialist Party General secretary François Hollande and from Green party Dominique Voynet.
YES FOR CONSTITUTION, NOR FOR TURKEY: UMP Nicolas Sarkozy, UDF leader is François Bayrou and Socialist Party Senator is Robert Badinter.
NO FOR CONSTITUTION AND TURKEY: From Socialist Party Laurent Fabius (Old
Prime Minister), from radical right wing Jean Maire Le Pen, MPF (against Turkey) leader Philippe De Villers.
NO FOR CONSTITUTION, YES FOR TURKEY: From Communist Party Marie George Buffet, LCR Leader Alain Krivine and from LO Arlette Laguiller.