hayatımda ilk kez çaresizliğin ne demek olduğunu gerçek anlamıyla yaşadım.
ne aşk acısına benziyordu, ne de boş bir sınav kağıdına. Çaresizlik, bir kadının yüzüne tek gecede oturmuş ince ve keskin çizgilerle birleşmiş kırışıklardı.. onyedi yıldır çektiği ızdırabın bir tek gecede yüzüne gem vurduğu bu kadındı çaresizlik... alelacele anlattıklarımın arasında güneş giren balkon kapısının önünde, yıllardır her sabah yüzünü gördüğüm bir kadının, kara gölgeler içinde kaldığını ve koyu çizgilere bulandığını gördüm, gözleri öyle durgun, sessiz ve karanlık sularda ilerliyordu ki korktum.
bir anda sustum, ne söyleyecek sözüm kaldı, ne gülümseyecek gücüm. yüreğim dağlandı, oysa tek kelime etmemişti. yüzüne bir gecede yerleşen sert çizgiler bıçak gibi kesti içimi.. dönüp gittim. sarılsam, ağlama desem de biliyordum konuşmayacağını, ağlamadan susacağını. sanki tüm hayatı çalınmış gibiydi. ne umudu vardı yarın için ne ölmek için gücü.. susup gittim..
Meğer hiç anlamamışım çaresizliği. onu öyle görünce, yüreğimden akan kanlar avuçlarıma doldu. kolay değildir, çaresizliği ağlamadan susarak kabullenenler için gözyaşı dökmek; düğüm düğüm tıkandı boğazımda yaşlar, ağlayamadım..
Yağmurla gelen bir fırtınanın, sert ve soğuk rüzgarı kadar gerçek ve acımasızdı çaresizlik.. öyle acımıştı ki yüreği, dokunamadım..
gördükçe onun çaresizliğini, benimki kat be kat artıyordu ve tüm acım göğsümde dolanıp ağlıyordu..çünkü ölümle eşti çaresizlik, ne aşk acısıydı ne de boş sınav kağıdı, yaşarken öldürüyordu insanı...