Röportaj için buluşacaktık Hakan Öge'yle, hani yelkenlisi Mardek'le yola çıkıp pasifiğin ortasında Sophie'ye tutulup evlenen ve yola iki kişi olarak devam eden Öge! Hakan abi aynı zamanda dişçi, Kadıköy'deki muayenehanesi'nden çıkacak ve Bostancı iskelesinde buluşacağız, o adada yaşıyor, dedik ki denizci muhabbeti yapacağız madem, vapurda çekim yapalım, konuşalım; adaya inince de ben bir sonraki vapurla dönerim.... Biz 17.25 miydi hatırlayamıyorum, sözleştik o vapura binmek için, ben gitti, lakin bir fırtına kıyamet, dolaşırken baktım motor seferleri iptal edilmiş... Gittim tabii vapur iskelesine bekliyorum, Hakan abi yetişemedi, yağmur, rüzgâr; trafik felç! 18.00 vapuruna yetişeceğim diye umuyorum dedi... Saat 17.58 hala kimse yok herkes vapura bindi, dedim herhalde oturup burada bir yerde yaparız artık, o sırada fırtına gibi koşarak beni de peşine katarak aştı demirleri Hakan Öge. Vapura bindik, çayları aldık sohbete başladık, vapur sallandıkça sallanıyor elbet... İkinci kata sular dolmaya başladı ara ara, bardaklarımız devriliyor arada, allahtan içleri boş...
Röportajı bitirdik, kendi aramızda okyanus, fotoğraf, Sophie ve adaya yerleşmek hakkında tatlı bir sohbete başladık.. Atlas dergisinden söz ettik... Yol son buldu ve vapurdan indik sonunda... Hemen iskele binasına dönüp saatlere bakmaya başlamıştık ki seferler iptal dendi! Nasıl yani olamaz diyoruz, lakin olan olmuştu! Hakan abilerin evi restorasyonda olduğundan onlarda kalmama imkan yoktu, acilen bir pansiyon bulduk, yerleştim... Hakan abi evine döndü, ben de çıkıp biraz dolaşmaya başladım... gidip biraz dolandım, yemek yedim, iskelede mahsur kalmanın tadını, istanbul'un içinde, istanbul'u uzaktan izlemenin verdiği garip, ama huzurlu hissi yaşadım.. sonra dönüp odamda televizyon izledim, sevgilimle telefonda konuştum, onun o merak içindeki, sevgi dolu sesle uyuyakaldım... ama bir süre sonra soğuktan donmaya başladığımı hissettim, dişlerim birbirine çarpıyordu, kalkıp pansiyon sahiplerine biraz ısınmamın mümkün olup olmadığını sordum, onlar da petekleri yaktılar... uyuyakaldım yine...
Sabah hemen iskeleye gittim var mı bir haber, motor, vapur diye... ama seferler akşama kadar iptaldi... Oturdum sakince... fotoğrafları akşama yetiştirmeliydim, daha önemlisi makinayı vermeliydim başka bir iş için bekleniyordu; keza telefonlar yağmaya başladı. Sahilde eskilerin bilinen türk sanat musikisi bestecilerinden orhan sevsar beyefendiyle tanıştım, uzunca, çok güzel bir sohbete tutulduk, öyleki bir fotoğrafını bile çekmek gelmedi hatrıma... öylesi bir anı bir tanıklığa gerek duymadan yaşamanın verdiği keyifle unuttum belki de... gittikçe kalabalıklaştı iskele, işe gitmek için kalkanlarla, önceki gecenin mahsurlarıyla doldu sahil... bir motor geldi, ancak almadı kimseyi... gittikçe kabarıyordu poseidon'un öfkesi!
İskele'de Hülya Hanım'la tanıştım, evine davet etti beni adalı misafirperverliğiyle, küçük kızıyla tanıştım, sofralarına davet ettiler beni.. biz adadan konuşurken hakan abi ve sophie aradı. buluştuk, adada uzunca bir yürüyüşe çıktık... 3 fotoğrafçı bol bol fotoğraf çektik, konuştuk... öğle yemeği için eve döndük.. sophie'yle ikimiz mutfakta okyanus maceralarını, hayatının aşkını konuşurken Hakan abiyi ekmek almaya yolladık... Yemekten sonra, komuşlarına, heybelinin en güzel evi olan Kuleli Köşk'e gittik... Ev sahibi İlhami bey, onun dünyalar tatlısı kızı elsa ve mahsur misafirleri İstanbul Üniversitesi dekanlarından Naz Hanımla tanıştık.. hep birlikte sahile indik ve kahvelerle sohbet ettik, sokaklarda turladık... ben fotoğraf çektim yine.. akşam 5 sularında bize motor hareket edecek haberi uçuruldu.. Naz hanım ve bana yollar açılmıştı.. vapura bindik arkamızdan eller sallanırken... Tıklım tıklım dolu motorda, dalgalı denizin korkusuyla, bir o yana bir bu yana yatan kocaman yük gemilerine baka baka ulaştık istanbula...
...artık darısı sonraki mahsurluklara...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder