1976 Grey Gardens |
Bazı başlık çevirileri daha baştan yakalar okuyucuyu, izleyiciyi... Glass Jar'ın harika pınar Kür çevirisi Sırça Fanus'tur mesela ve bu haliyle daha büyülüdür orjinalinden. Grey Gardens filminin Boz Bahçeler diye çevrilmesi de bence aynı etkiyi yaratıyor, zira gri kelimesi rahatlıkla kullanılabilecekken boz demek edebi bir gücün kaynağına işarettir...
2009 Grey Gardens |
İki "Boz Bahçeler" var. İlki, yani 1976 yapımı olan film tam bir belgesel. Edith Bouvier Beale ve kızı küçük Edith'in rüya gibi bir yaşamdan içine düştükleri kuyuyu hiçbir kurgu payı eklemeden tümüyle o an olan biteni aktardıkları ve kamerayı David ve Al dışındaki üçüncü bir göz yani seyircinin gözü olarak kullandıkları bir şahitlik filmi gibi... Belgesel yapımda en çok dikkati çeken kameranın üçüncü biri gibi Edie'nin konuşmasını bazen daha aşağıdan, boyu kısa birinin gözünden izliyormuş izlenimi vermesi. Oysa 2009 yapımında kurgu ön planda, seyirci orada üçüncü bir şahıs değil, aksine her şey olup biterken, bir röntgenci gibi dışardan izleyen biri konumunda, öyle ki bu röngtgenci zihinleri okuyabiliyor yani geri dönüşleri de izleyebiliyor, iki Edith'i oraya getiren şartları görsel olarak öğrenebiliyor, ancak bu geri dönüşler gerçeğe dayanarak kurgulanmış, tahmin edilmiş anların canlandırılması sadece... Belgeselde bunu görmüyoruz. Edith'ler ne söylerse onu biliyor, nasıl davranırlarsa onu görüyoruz, ama asla o an orada olandan öteye dair bir tahayyüle ihtimal verilmiyor.
2009'un Boz Bahçeler'inde karakterler 1976 yapımında tanık olduğumuz sahneleri canlandırıp non-fiction olanı fiction haline getiriyor, her ne kadar sahneler neredeyse bire bir olsa da belgeselde kameraman olan David ve Al'ın da bu kez kamera önünde canlandırılanlar oluşu tümüyle bir kurgunun içinde olduğumuzu kanıtlıyor artık. Belgesel yapımı izlerken sanki kendi çektiğimiz videolardan birini izlercesine bir sahicilik duygusuna kapılıyoruz, sanki kamera değil de insan gözüyle bakıyormuşçasına dağınık kamera hareketleri, bir bütüne değil de sabit olmaktan çok uzak hızlı hareketlerle ayaklara, ayrıntılara takılmak gibi günlük yaşamda insan gözünün daha çok odaklandığı yerlerin kayda alınması durumun non-fiction olduğunu çok daha belirgin kılıyor. Oysa filmde her şey bir nizam içinde sinematografik kurallara uygun, flashback dediğimiz geri dönüşlerin gösterildiği bir kurgunun inandırıcılığına sahip. Kısacası belgesel yapımda şahit olduğumuz gerçeklik, filmde inandırıcılığa dönüşüyor.
İki yapımın dili yeniden kurgulanan sahnelerde doğal olarak nerdeyse aynı ki bunu da filmde yer alan oyuncuların başarısı olarak görmek gerek, diğer yandan belgeselde kesinlikle varolmayan "New York 1936" gibi dış sesler ve dahi o eyes of god denilen tepeden çekilmiş görüntüler sadece film kurgusu içinde anlam kazanan şeyler.
Belgesel filmde Edith'lerin konuşmalarından sadece onların geçmiş yaşantılarını tahayyül edebilirken, filmde senarist ve yönetmen tarafından halihazırda hayal edilip önümüze "işte aslında böyle olmuş olabilir." mesajı içeren flashback görüntüler izliyoruz, ama ilginç olan sahiciliği su götürmez belgeseli izlerken dikkat toplamak daha güç, tıpkı normal yaşamda olduğu gibi, kurgu ise ilginç biçimde hikayeyi gerçekliğe daha yakın, daha inandırıcı kılıyor, bu sayede olayın içinde daha yoğun halde girmek mümkün hale geliyor izleyici için.
Boz Bahçeler kurgu olmayanın nasıl yeniden üretilip, kurgulandığını görmek açısından kusursuz bir örnek ve kurgunun kimi zaman daha da inandırıcı bir hale bürünebileceğinin de kanıtı, çünkü insanlar gördüklerinden çok tahayyül ettiklerine inanmaya her zaman daha meyilli olur. İhtimaller üzerinden kurgulanan bir yapıt da bu yüzden daha gerçeğe yakın görünebilir zihne.
Gerçek gün gibi aşikârken bile gördüğümüze ya da bize söylenene değil de niyetin ne olduğunu hesaplamaya çalışarak, kendi kurduklarımızı gerçek sanmamız da hep bu yüzden değil midir zaten?
Boz Bahçeler kurgu olmayanın nasıl yeniden üretilip, kurgulandığını görmek açısından kusursuz bir örnek ve kurgunun kimi zaman daha da inandırıcı bir hale bürünebileceğinin de kanıtı, çünkü insanlar gördüklerinden çok tahayyül ettiklerine inanmaya her zaman daha meyilli olur. İhtimaller üzerinden kurgulanan bir yapıt da bu yüzden daha gerçeğe yakın görünebilir zihne.
Gerçek gün gibi aşikârken bile gördüğümüze ya da bize söylenene değil de niyetin ne olduğunu hesaplamaya çalışarak, kendi kurduklarımızı gerçek sanmamız da hep bu yüzden değil midir zaten?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder