Powered By Blogger

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Akira Kurasawa ve Van Gogh

Japon Resim Sanatı ve Batı İzlenimciliğinin
Japon Sinemasına Etkileri:
Akira Kurosawa Filmleri



Giriş
Dünya sineması etkileşim örnekleriyle dolu. Kimi zaman taklitçilikten öteye geçemeyen etkilenimler, bazen müthiş kültürel harmanlamalarla başyapıtlara ve yeni dönemlerin açılmasına kaynaklık etti. Fiziksel ve kültürel olarak birbirinden son derece uzak olan Japon ve Batı kültürleri, dolayısı ile resim ve sinema sanatı anlayışlarını ele aldığımızda bu iki durumu da –taklitçilik ve sentezlerden doğan başyapıtlar- görürüz. Japon sinemasını anlamak için Uzakdoğu ve Batı kültürlerine ait resim sanatlarının geçmişini anlamak ardından sinemaya etkilerini görmek önemli olacaktır. Japon sinemasının eşsiz yönetmeni Akira Kurosawa’nın filmlerinde bu izleri takip ederek konuyu özümsemek önemli. Keza Akira Kurosawa’nın etkisi altında kaldığı Japon gerçekçiliği zamanla yerini popüler Hollywood filmlerine, son döneminde ise Avrupa izlenimciliğine bırakmıştır, bu etkilenimlerin hiçbirini taklitçiliğe kurban etmeyen Kurosawa, Japon kültür ve tekniğini, edindiği farklı anlayışlarla birleştirerek Japon sinemasının yükselişini ve dünyaya tanıtılmasını sağlamıştır. Bu çalışma, Batı izlenimciliğinin ve Japon resim sanatının Japon sinemasında, daha da daraltırsak Akira Kurosawa filmlerinde nasıl etkiler bıraktığını araştıracak.



Batı İzlenimciliği
Empresyonizm, yani izlenimcilik 19. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan ve hemen hemen tüm sanat dallarını etkilemiş sanatsal bir akımdır. Doğada görüleni olduğu gibi yansıtmak yerine görülen objenin ya da duyguların iç dünyada yarattığı intibaları tuvale yahut esere yansıttıkları için izlenimcilere intibacılar da denilmiştir. İntibalar, sanatçıdan sanatçıya değişeceği ve her sanatçı, eserinde kendi intibalarını anlatacağı için, meydana getirilen sanat eseri, onu meydana getirenin tam kişiliğini ortaya koyacaktır. Bu özellikleri dolayısıyla empresyonistler, kendilerini çevreleyen dış dünyaya karşı ilgisizdirler. Onların dile getirmek istedikleri, kendi iç dünyalarıdır. Empresyonizm'de objenin kendisi değil, uyandırdığı intibalar önemlidir. Bu bakımdan realizmin karşıtıdır.1 Teknik olarak ışığın ve güneşin gün içindeki zamanlamasından kalan izlenimler ön plandadır, empresyonist tabloların ışığın yeniden tanımlanmasıyla yapılan resimler olduğu söylenebilir. James Joyce, Ahmet Haşim gibi edebiyatta temsilcileri olan akım resimde çok daha fazla temsilci bulmuştur kendine. Akira Kurosawa’yı en çok etkileyen empresyonist ressamlar ise Cezanne ve Van Gogh’dur, ama Van Gogh’un Yume( Dreams/Düşler) ‘deki etkilerini göz önüne alarak Kurosawa’nın düşgücündeki Van Gogh’u aramak en doğrusu.
Vincent Van Gogh’la Akira Kurosawa arasında şaşırtıcı benzerlikler var. Bunlardan biri ikisinin de erkek kardeşleriyle olan yakın ilişkileriydi. Vincent Van Gogh muzdarip olduğu psikiyatrik rahatsızlıktan ötürü hayatı boyunca kardeşi Theo Van Gogh’un yardımları ve manevi desteğiyle resim yapabildi. Hayattayken tabloları neredeyse hiçbir değer görmeyen Vincent izlenimcilikte farklı bir boyuta adım atmıştı. Işıkla tanımlanan empresyonizm Van Gogh’un yaptığı muhteşem gece resimleriyle yeni bir boyut kazandı. The Starry Night (Yıldızlı Gece), Cafe Terrace at Night gibi gece, yıldız ve ay ışığında taslak edilen tablolar güneş ışığından çok ay ışığının empresyonizmle tanımlanması yolunu açmıştı, en azından Vincent Van Gogh’un tarzında. Yola izlenimcilikle başlayan Van Gogh bu kişisel yaklaşımını da akımla birleştirerek bir post-empresyonist ressam olarak yoluna devam etmiştir. Aradaki çağ farkını gözeterek Batı kültüründen etkilenen tarafın Kurosawa olduğunu sanmak hata olur, çünkü 1700’lü yıllarda Hollandalılar Japonya’da ticaret yapmasına Japon kanunlarınca izin verilen yegâne Batılılardı, Japonlar’ın Batı hakkında bilgi birikiminin ana kaynağı, Hollanda lisanından çevirdikleri kitaplardı. Edo Dönemi’nin sonlarına dek Batı bilimleri ve sosyal bilimleri araştırmalarına Japonca’da rangaku denmiştir ki bunun anlamı Hollanda araştırmalarıdır.
Aradaki ticari bağları düşündüğümüzde çok benzer çalışmaların Hollandalılar tarafından yapılmış olacağını tahmin etmek hiç zor değil, üstelik bu bağlar meraklı Avrupalı tacirlerin ve kâşiflerin bolca bilgi ve eserle geri döndüğü fikrini uyandırıyor insanda. Keza bunu Vincent Van Gogh’un düştüğü notlar da kanıtlıyor. Hayatı boyunca Japonya’ya gitmediğini bildiğimiz Hollandalı Vincent Van Gogh, sanat simsarı kardeşi Theo’nun teşhir ettiği eserlerden de Japon resmini oldukça iyi tanımıştır ki bir notunda şu satırları yazar: “Japon sanatçıların bütün yapıtlarında rastlanan titiz duruluğu kıskanıyorum. Hiç sıkıcı değil ve hiçbir zaman telaş içinde yaptıkları izlenimini vermiyorlar. Soluk alıp vermek gibi yalın: figürleri birkaç fırça dokunuşuyla öylesine rahat çiziyorlar ki sanki ceket düğmesi ilikliyorlar.”3 Van Gogh’un ruhsal durumundaki tarif edilemez iniş çıkış ve iç dünyasını parçalayan karmaşa onun resimlerine yansıyordu, ancak o yukarıda da anlattığı gibi Japon resmindeki duruluğun ve yalınlığın özlemini çekmekteydi. Vincent hastalığı ile boğuştuğu bir dönemde Arles’te bir akıl hastanesine yattı. 1888’in 21 Şubat’ından 3 Mayıs 1889’a dek Vincent Arles’te kaldı. Japonyası’nı bulduğunu düşünüyordu. Görülmemiş bir çalışma hırsıyla meyve bahçeleri, çiçekler, Les Saintes-Maries-de-la-Mer sahilinin manzaraları üzerinde çalışıyordu.4 Bu bilgilerden Hollanda-Japonya arasında yaşanan ticari yakınlıkların Ressam Van Gogh’u çokça etkilediğini görmemek imkânsız.



Akira Kurosawa ve Japon Kökleri
Japon resmi Van Gogh’u nasıl etkilediyse, bir yüzyıl sonra Japon Kurosawa da Hollandalı Van Gogh’dan benzer şekilde etkilenecekti. Van Gogh ve Kurosawa’nın bir diğer ortak yönleri ise Akira’nın da bir ressam olmasıydı. Kurosawa’yı anlamak için Japon kültürünü ve resmini bilmek gerekli; keza o taklitçi değil sentezci bir yönetmen ve ressamdı. Japon
resminin çok geniş bir tarihi var, oysa sineması o kadar köklü sayılmaz, Japon resim sanatını biraz inceledikten sonra Japon sinemasına ve Kurosawa’ya uzanmak en doğrusu olacaktır.



Japon Resmi
Japon kültüründeki en mühim unsur, geleneklere bağlı değişimler yaşamakla ifade edilir, bu nedenle Japon sanat tarihine göz atıldığında da Çin ya da Hollanda fark etmeksizin etkilenmeler Japon anlayışıyla birleştirilerek kullanılmış taklit edilmemiştir, edildiği dönemler yakın tarihe denk düşüyor denebilir, bunda da küreselleşmenin ve kitle iletişim araçlarının gücünü görmek mümkün. Japon sanatına genel olarak bakacak olursak, Japon sanatında şöyle bir fenomen vardır, yeni üsluplar diğer sanat alanlarından önce resim sanatında ifadesini bulur.5 Felsefeci olan Sorai gerçek anlamda aydın bir kişi için kaligrafi ve resmin birbirini tamamlayan unsurlar olduğuna dikkati çekmiştir. Konfiçyüs düşüncenin yazılı kaynaklarını
onların dilbilimsel ve tarihsel bağlamda incelemiş; hem düzyazı ile şiir hem de kaligrafinin Japon aydını için yazınsal araştırmanın değer verilmesi gerektiğine değinen ilk kuramcılardan biri olmuştur.
Kaligrafi ve manzara resmini amatör bir eğlence için zevkli bir vakit geçirme amacıyla yapan Nagasaki’deki Çinli tacirler ve bu liman kentine kısa bir süre uğrayan profesyonel ressamlar Çin sanatının diğer çağdaş üslupları ve nanga resmini Japonya’da doğrudan doğruya getirmişler ve bu resmi Japonlara tanıtmışlardır. Japonların nanga resmi konusundaki bilgilerinin üçüncü ve en önemli kaynağı çeşitli Çinli ustaların üslubunda yapılmış insan figürleri, bitkiler, dağlar, kayalar, ağaç betimlemeleri yapmak için içinde resimli örnek modelleri bulunan ahşap baskısı el kitaplardır.
Tanınmış pek çok bunjinga sanatçısı bu konuda yazılmış kitapların çoğunu edinmiş, aydınlar sınıfı resminin temel kuram ve tekniklerini öğrenmek için bu kitapları rehber yani ana başvuru kaynağı olarak kullanmıştır.
Ahşap baskı resim üslubu ve tekniklerini öğreten el kitapları ise ahşap kalıplarla basıldıkları için fırça vuruşlarının zengin karşıtlıkları ve mürekkebin tonlaşmaları azalarak tek çizgiye düşmüş, düz renklere dönüşmüş ve arka fondaki beyaz kâğıt üzerinde keskin bir karşıtlık yaratan bir görünüme bürünmüşlerdir. 1740’lara ait olan Erik Çiçekleri adını taşıyan duvara asılır rulo resmidir. Bu resim sanatçının sadece Çin resim teknikleri konusundaki bilgisi göstermez ama aynı zamanda aydınlar resim üslubu konularına ne kadar vakıf olduğunu da gösterir. Nankai’nin bu resminde uçan beyaz tekniğiyle uygulanmış şiddetli fırça darbelerinin oluşturduğu dallarla erik tomurcuklarının üzerinde zarafetle resmedilmiş yapraklar arasında güçlü bir karşıtlık vardır. Uçan beyaz (hihaku) koyu renk mürekkebin beyaz kâğıtla iç içe geçtiği kaligrafik bir fırça darbesidir. Fırça vuruşu sırasında mürekkebe daldırılmış olan fırçanın ucu ikiye ayrılır ve siyah çizgilerin arasından beyaz renk görünür. Uçan beyaz tekniğindeki fırça vuruşu sırasında kalın mürekkep çizgileri arasında görünen beyaz kâğıt, çiçeğin taç yapraklarının yuvarlak hatları arasında kalan beyaz bölgelerle karşıtlık oluşturur. Yaprakların narinliğini vurgular. İşte Akira Kurosawa sineması da teknik anlamda bu metodu uygular, uçan beyaz gibi tek bir kere de çekilir sahneler. Usta yönetmen bu konuda çok titizdi, Kurosawa çekimler ne kadar zor şartlar altında olursa olsun çekilecek sahneyi defalarca prova ettirdikten sonra tek seferde sahneyi kusursuz bir biçimde çekerdi, ancak bunun da öncesi vardı: Storyboardlar! Kurosawa öğrendiği kaligrafileri yani metinleri resmetme yöntemini kullanıyordu, filmin hikâyesine göre her sahneyi tek tek resmeden yönetmen çizdiği yüz ifadesini dahi prova ettiriyordu aktörlerine. Storyboardlara dönecek olursak, Japon figürleriyle bezeli, ancak Van Gogh’unkiler kadar hareketli çizimlere sahipti, üçüncü ortak yanlarının intihar girişimleri olduğunu –neyse ki Kurosawa Vincent gibi başarılı olamadı- söylersek Akira’nın da dinmeyen bir iç savaşı olduğu tahmin edilebilir.
Resimlerdeki Batı - Japon sentezine ve dayandığı Japon geleneksel prensiplerine Japon sanat tarihinden bir örnek verecek olursak; 1700’lerde Japon ressam Taiga’nın esin kaynağı Batı sanatıdır. 1748’te Kyoto’dan Matsushima’ya gitmiş ve geri dönmüştür. Yol boyunca Fuji Yama’ya tırmanmış, Edo’da birkaç hafta geçirmiş parmak resimleri yaparak ün kazanmıştır. Edo’da bulunduğu süre içinde Batı sanatı örneklerini inceleme fırsatı bulmuştur. Burada hangi Batı resim örneklerini incelediği bilinmemekle beraber, bu resimlerin bakır baskı betimlemeler olduğu aşikârdır. Asama Dağı’nın Gerçek Görünümü adlı dikine asılır rulo resminde Taiga Batı perspektif tekniklerini kullanır; bakır baskıda asitle kazıma sonucunda ortaya çıkan ince çizgilere benzeyen ince çizgiler kullanan sanatçı, açık renkli boyayla sağladığı alanlarda bu manzaranın Asama Dağı’nın gerçek görüntüsü olduğunu ifade eder. Ancak son araştırmalarda bu manzara resminin Batı örneği resmin bir yansıması
olmasından daha önemli özelliklere sahip olduğu bulgulanmıştır. Bu da daha önce belirtildiği gibi tekniklerin salt alıntılanmasının ötesinde geleneksel ya da kişisel sentezlerle açığa çıkarıldığının kanıtıdır. Kurosawa
’da bu örneğe mükemmel bir örnektir, kendi cümleleri de bu konudaki fikrini belirtir zaten: “Genç Japon sineması yabancı sinemalardan, Fransız ve İtalyan sinemasından pek etkileniyor. Bu var olan bir tehlike. Büyük bir tehlike hatta. Size eğlenceli bir örnek vereceğim. Japonya’daki aşk ilişkileri, Fransa ya da İtalya’dakilerin aynı olmaktan çok uzaktır. Oysa genç sinemacılar batı filmlerinde gördüklerini aşağılık bir şekilde
kopya ediyorlar. Seyirciler de bu filmlere gerçek yaşamlarında öykünüyorlar. Oldukça gülünç bu. Teshigahara gibi bir adam bile bu yönsemeye karşı koyamadı. Ben işe başlarken çok sağlam bir Japon kültürü (sanat, edebiyat, tiyatro, özellikle nô) temeline sahiptim. Yabancı sinemadan bu Japon temeli üzerine etkilenmiştim. Bu da bana yabancı etkisini, Japon geleneklerini hiç unutmaksızın, değerlendirmemi, bana en iyi gelenini, en uygun düşenini soğurmamı sağladı. Bugünün genç yönetmenleri, doğrudan doğruya Japon olan bu kültür temelinden tamamıyla yoksundurlar. Oysa bana göre, kişisel bir yapıt meydana getirmekte en önemli şey budur. Kendinde bu kültür temelini taşımak, kök salmış olmak.”
Akira Kurosawa, tam da bu sağlam temelin üzerine oturtulmuş meraklı bir entelektüel bakışla yorumluyordu Batıyı. Öyle ki “1951’de Kurosawa’nın filmi Rashamon (1950) Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan kazanarak batılı sanat çevresinin kapılarını Japon Sineması’na açıyordu. Rashamon bir eşkiyanın bir soyluya saldırısının dört farklı versiyonundan ibarettir ve Japon bezemine rağmen çok batılı bir tema, gerçeğin göreceliği teması etrafında kavramsallaştırılıyordu. “Japon ve batılı etkilerin bu bileşimi, Kurosawa sinemasının özelliklerinden biridir ve onun Batıda popülerliğini sürdürmesini sağlayacaktır.” Öyle ki Rashamon Japon sinemasına modern kavramını sokan ilk filmdir.
“Bana kalırsa, yapıtlarımda iki eğilim var. Bir gerçekçi eğilim (Norainu-Kuduz Köpek, Ikiru-Yaşamak), bir de sanatçı eğilim (Shichinin no samourai-Yedi Samuray, Kumonosu jo-Örümcek Şatosu). Yapıtımda bu iki eğilim var. Ama ikisi de ben farkından olmaksızın, kendiliğinden doğuyor. Ben kendimi gerçekçi saymıyorum. Gerçekçi olmaya çalışıyorum ya, değilim. Bir türlü gerçekçi olamıyorum, duygucuyum çünkü. Plastik sanatlara, güzelliğe çok derinden bağlı olduğumu hissediyorum. Gerçeğe soğuk bir bakışla bakamam. Bundan dolayı gerçekçi değilim zaten. Öyle sanıyorum ki, filmlerimde bazen kıyıcı sahneler bulunuyorsa, bu
gerçekçilikten değil de zayıflığımdan ileri geliyor. Gerçekte yufka yürekliyim ben. Savaş sırasında söz özgürlüğü yoktu. Savaştan sonra Japonya üzerine söylenecek öylesine şeyim vardı, öylesine doluydum ki! O vakit benim için tek anlatım aracı gerçekçilikti.”13 diyen Kurosawa Avrupa ve Amerika sinemasını da harmanlayan filmlere imza attı. Avrupa’nın entelektüel yaklaşımıyla, Amerika’nın eğlenceye dönük yanını da filmlerine kattı. Van Gogh’dan bir ressam olarak etkilenirken, Rus yazarlardan ve Şekspir’den hikâye anlamında etkilendi. Kısaca kaligrafik manzumeler yerine roman ve öyküleri, ahşap baskı ve resimler yerine de kendi storyboardlarını hazırladı ve bunlardan sinematografik bir dünya yarattı.
Kagemusha (1980) ve Ran (1985) uzunluk, tema, seyirlik açısından muazzam ölçekteki yapımlardı ve Kurosawa’nın en önemli çalışmaları arasında yer aldılar. Sonra, Yume (Düşler)(1990) ve Madadayo (1993)’da görüldüğü gibi önceki filmlerinden farklı olarak daha kişisel bakış açılarına yöneldi. Daha kişisel bakış açıları aynı zamanda izlenimci bakış açılarını tümden açığa vurmak demekti. Yume (Düşler) filminde düşlerinden yarattığı farklı kısa filmleri bir araya getiren yönetmen kendiyle özleştirdiğini düşündüğüm Van Gogh’la aynı tablonun içinde bir araya geliyor ve aslında tüm bu incelemenin temelinde Kurosawa’nın Vincent’ı rüyalarında görüp ona ulaşmaya çabalamasını anlama isteği yatıyor. İntihar girişimleri, kardeşleriyle bağları, sanat anlayışları gibi birçok benzerlik taşıyan Van Gogh ve Kurosawa şüphesiz çağlar ötesi bir başarı yakaladılar. Van Gogh'un dehası öldükten sonra dünya çapında fark edildi, Kurosawa ise globalizmin artık ivme kazandığı bir çağda kitlelere seslenen bir iş yaptığı, üstelik imparator lakabını alacak kadar iyi bir iş yaptığı için dünyaca tanınmış bir yönetmen olmayı başardı. Yüzlerce yıllık Japon resmi ve yine yüzlerce yıllık batı resim anlayışları bu insanları etkileyen ve onlara yön veren önemli yapı taşları olarak varlıklarını sürdürüyorlar ve yeni dehalara yol vermeye devam edecekler.



Bibliyografi:
1)”Empresyonizm Nedir?”
http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Empresyonizm (Erişim Tarihi: 2 Haziran 09)
2) Aykut Gürçağlar, Japon Resim Sanatı ve Batı Resim Sanatı: Etkileşimler Mimar Sinan Üniversitesi Yayımlanmamış Ders Notları, Güzel Sanatlar Fakültesi, s:91
3)Ingo F. Walther, Van Gogh, Ankara, ABC Kitabevi, 1997, s:25
4) Herbert Frank , Van Gogh, İstanbul, Alan Yayıncılık, Mart 1985, s:146
5) Aykut Gürçağlar, Japon Resim Sanatı ve Batı Resim Sanatı: Etkileşimler Mimar Sinan Üniversitesi Yayımlanmamış Ders Notları, Güzel Sanatlar Fakültesi, s:44
6) Aykut Gürçağlar, Japon Resim Sanatı ve Batı Resim Sanatı: Etkileşimler Mimar Sinan Üniversitesi Yayımlanmamış Ders Notları, Güzel Sanatlar Fakültesi, s:105
7) Aykut Gürçağlar, Japon Resim Sanatı ve Batı Resim Sanatı: Etkileşimler Mimar Sinan Üniversitesi Yayımlanmamış Ders Notları, Güzel Sanatlar Fakültesi, s:106
8) Aykut Gürçağlar, Japon Resim Sanatı ve Batı Resim Sanatı: Etkileşimler Mimar Sinan Üniversitesi Yayımlanmamış Ders Notları, Güzel Sanatlar Fakültesi, ss:107-108
9) Aykut Gürçağlar, Japon Resim Sanatı ve Batı Resim Sanatı: Etkileşimler Mimar Sinan Üniversitesi Yayımlanmamış Ders Notları, Güzel Sanatlar Fakültesi, s:109
10) Türk Dili Sinema Özel sayısı Çev: Nijat Özön, Ocak 1968, Sayı:196 ss:435-437
11) Geoffrey Nowell Smith, Dünya Sinema Tarihi, Ahmet Fethi (der, çev.) İstanbul, Kabalcı Yayınevi, Mayıs 2003 s:814
12) Geoffrey Nowell Smith, Dünya Sinema Tarihi, Ahmet Fethi (der, çev.) İstanbul, Kabalcı Yayınevi, Mayıs 2003 s:811
13) Türk Dili Sinema Özel sayısı Çev: Nijat Özön, Ocak 1968, Sayı:196 ss:435-437
14) Geoffrey Nowell Smith, Dünya Sinema Tarihi, Ahmet Fethi (der, çev.) İstanbul, Kabalcı Yayınevi, Mayıs 2003 s:814

2 yorum:

  1. tek kelimeyle hayran kaldım.. sen bir sanat eleştirmeni olabilirsin ilerde.. yazım dilin ve dipnotlaman da başarılı..

    YanıtlaSil