öyle kolay ki adına aşk denen o uçucu duyguyu açıklamak.. öyle basit, öyle yalın.. öyle sıradan ki..
kimyasal ve biyolojik üç-beş paragraf yeter anlatmaya.. kolaydır anlamak, ama kabullenmek zordur.. çünkü o tuhaf kimyasal reaksiyonun insanın hayatında yarattığı aksiyonlar çok daha çetrefillidir.. bu yüzden üzerinde konuşmak manasız gelir bana.. çünkü aşk üzerinde konuşulamayacak kadar kısa süren ve üzerinde konuşulup insanların ortak paydaya varamayacağı ender şeylerdendir.
yine de... aşk. aşka inanmadığını en çok iddia edenlerin aşık olduğu bir şeydir. aşkın insanlara arasındaki varlığına inanmazlar, çünkü zaten onlar insanlara değil aşka inanır, ona aşık olurlar.. çünkü aşkın yarattığı o anlaşılmaz etkiye hayrandırlar.. onları aşka aşık eden her kadın/erkek bir cevher, özel bir ritüel, bir dindir... tapınırlar ona.. o duyguyu verdikleri sürece tapınırlar.. bütün yazarlar, ressamlar, besteciler... hepsi aşka aşık oldukları kadar yazar, besteler ve üretirler.. ilhamın kendisi bir kadının pürüzsüz gülüşü ya da bir adamın içe işleyen bakışı değildir.. ilham denilen şey aşkın kendisidir.
değil mi ki ben aşık olmasam sana, senin ne değerin var dünya için.. sana mânâyı yükleyen, aşkı senin benliğine atfedip yücelten ben değil miyim? ben olmasam ve sevmesem seni, tanrılığının kime ne hükmü geçer?
aşk denilen o uçucu duygu.. o hep vardı.. ilk günden bugüne.. ve son güne dek.. aşkı bu kadar sorgulatan, onun yokluğunu, varlığını, vezir ve rezil edişini durmadan düşünenler onu yaşamaya doyamayan ve kaybetmekten korkanlardı...
bugün seviyorum seni ve önüne seriyorum kendimi.. tıpkı dün bir başkası için yaptığım gibi.. sonra seninle kabul etmeyeceğiz Romalılara boyun eğip bir evin dört duvarı arasında o uçuculuğu kaybetmeyi... ve sen başka bir dinin tanrıçasına gideceksin sana ilhamını geri bahşetmesi için.. ve ben yine bir başkasının yaşamı ucuna sereceğim içimi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder