Powered By Blogger

24 Şubat 2011 Perşembe

Zâhir: Aşk ve Kavga üzerine



Paulo Coelho’nun en çok okunan ya da en iyi kitabı değildir, lakin benim en sevdiğim Coelho kitabı kuşkusuz Zâhir’dir. Öyle gerçek ve öyle derin anlatır ki aşkı, aşkın aslında mutlu bir son değil insanı durmadan dönüşmeye iten bir yıkım, dinmeyen bir kavga olduğunu öğretir.

 Varoluşsal sorularını ve kocasıyla aşkını öldürdüğüne inandığı kavgaları unutmanın yolunu, kendi gerçekliğine ulaşabildiği tek yer olduğuna inandığı çatışmalarda bulan savaş muhabiri bir kadının hayalkırıklıklarını gömmek için Asya’nın steplerindeki sonsuz boşluğa gidişiyle başlayan kitap, iki yıl, dokuz ay, onbir gün ve onbir saatlik bir yalnızlık ve bu yalnızlıkta karısına olan zâhiri aşkını -varlığı inkar edilemez ve tüm hayatını ele geçirmiş aşkı- bulan bir adam üzerinedir.

Neden her şey başlarken bizi aşkıyla rehin alana zamanla öfke duyarız bunu yaptığı için? Niçin bu esaretle dönüşmek yerine bizi değiştirmesine karşı çıkmaya çalışırız? Ve niye aşkta doğru olanın hep iyi geçinmek olduğunu düşünüp kavgalar arttıkça bağların yıprandığını zannederiz?

Oysa kavgalar insanları bir arada tutar, çünkü sevmediklerimizle kavga etmeyiz, aksine en sevdiklerimiz en çok çatıştıklarımızdır, çünkü en sevdiğimizin acıtan bir tek sözü ya da anlık bir bakışı bile içimizdeki taşları yerinden oynatacak güce koşulsuzca sahiptir. Kavga etmek, ama gerçekten yıkıcı kavgalar edebilmek yalnızca birbirini çok yakından tanıyanlara mahsustur, kalbimiz kırıldığı vakit, o en sevilenin kalbini nasıl kıracağımızı en hassas yanlarını tanıdığımız için biliriz, ve hassas yanlarını bildiğimiz insanlar da bizi seviyor olur, zira kimse sevmediğine görünenin arkasındaki zayıf yanı göstermez eğer aşk onu esir almamışsa. Ve bu tür aşk anne-çocuk, baba-evlat, çoğu zaman kardeşler ve bir kadınla bir erkeğin arasındaki vazgeçilemeyen aşktır.

Kalp kırılıp öfke büyüdüğünde anne babalar çekilmez görünür göze bir an, kardeşten nefret dahi edilir o an ve kavgaların dozu aşıldığında o kadın ya da adamı artık sevmediğine hükmeder insan, oysa öfke dinip, sular durulduğunda nedenini kavrayamadığız bir duyguyla özlemeye başlarız ya da sebepsiz bir affetme duygusu sarar ruhumuzu. Onu yeniden kazandığımızda daha evvel bizi çıldırtan, söyleten tüm kıskançlıklarımızı, şüphelerimizi bir yana atacağımızı düşünerek gideriz peşinden, o da peşimizden her geldiğinde böyle yapmıştır, ancak kavga dinmeyen bir devr-i daime sahiptir ve ulaştığımız anda yeniden gün yüzüne çıkan hesaplaşmalarla savaşa devam ederiz. Sonunda Esther’in yaptığı gibi 2 yıl 9 ay onbir gün ve onbir saatlik bir terk edişe karar verilir anlaşılamadığına hükmeden tarafından ve yolculuk daha uzun bir hâl alır. Bu yolculuk zâhiri anlamamıza ve kendimizi bulmamıza yaracaktır. İşte bu zâhiri aşktır. Varlığını inkar etsek de var olmaya devam eden, bizi rehin alan, yıpratan ve dönüştüren, acıtan ama iyileştiren zâhirdir. Velhâsıl bunu öğrenmek için çıkılan savaşlarla dolu uzun yolculukta çoğumuz zâhirin ne olduğunu anlayamadan yolu yarıda bırakarak arkamızı döneriz. Aslında onu henüz bulamamışızdır, çünkü zâhir insanı yolculuğa devam etmeye sadece varlığıyla bile zorlayabilecek etkiye sahiptir, çünkü onu kaybedebileceğinizi anladığınız anda yolu yarıda kesmek yerine çaresizce hızlanarak arayışa kapılır ve o süreçte kendinizi bulmaya başlarsınız. İşte bu dönüşümdür, ancak bu dönüşüm bir arada ve kavgalar en şiddetli gerçekliğiyle yaşanırken başlamaz, aksine ayrı düşüp, merakla yıkanıp, en çok kavgalarınızı özlemeye başladığınızda yeşerir.

Öyle ki Esther, hayalkırıklıklarını ve dinmeyen kavgalarını unutmak için gittiği Orta Asya’nın boş steplerinde benzer bir aşkın başka adamların gözlerinde de var olabileceğini, ancak zâhiri olan aşkın tek bir adamda, onu bulmak için yolculuğa çıkan kocasında olduğunu anlar. Tıpkı onu buluncaya dek kendi içsel yolculuğunu da yaşayıp bunu anlamış olan kocası gibi. Kitabın sonunda Esther cebinden kanlı bir kumaş parçasını çıkarıp uzatır ve

 “Bu senin için. Kavgalarımızı özledim.” Der.



23 Şubat 2011 Çarşamba

16 Şubat 2011 Çarşamba

MEŞHUR ŞEF KİMDİR?

 


http://www.meshursef.blogspot.com/

  Bazı insanlar yetenekli doğuyor.. Yetenekli oluyorlar işte! Elleri, dilleri, kulakları sürekli bir şeyler yaratmaya ve yorumlamaya sonuna dek açık cinsten oluyorlar.. kimileri onlar için bundan adam olmaz diyor, ama adamı geçtim efsane oluveriyorlar!

  Benim güzel küçük kız kardeşim de tam da o sınıftan işte. Her ne kadar ben hep herkesin gözünde adam olacak çocuk sıfatını üzerimde taşımak zorunda kalmışsam da aslında beni sollayacak olan yetenekle kuşanmış bir boy ufağımdır.

  Gönlünü tiyatroya verdiğinden hiçbirimizin şüphesi yok, ama zaman, mekan, koşul üçlemi nedeniyle meslek eğitimini aşçılıktan yana kullandı -elbette tiyatro eğitimini de alacak- zira yemek yapmanın sanat olduğuna dair inancımız ailece çok kuvvetlidir!

   Şimdi bu genç şefi, meşhur bir şef yapmak için artık icraatlarını yazıya dökmeye karar verdik:

                                          www.meshursef.blogspot.com

   Beni okuyan herkesi, onu da takip etmeye davet ediyorum, onun da blogunda yazdığı gibi: İyi bir aşçının elinden çıkan her tarif, iyi bir oyuncunun Hamlet yorumu kadar lezzetlidir, zira profesyonel yemek, profesyonel sanattır!