Powered By Blogger

29 Kasım 2011 Salı

DEMOKRASİ VE MEDYANIN EĞİTİM VE EKONOMİYLE İMTİHANI

Demokrasi ve medya ilişkisi üzerine söylenecek ve her biri başka bakış açılarına dayanabilecek öyle çok söz var ki, fakat benim kendi sorum şu: Medya halkı şeffaf biçimde bilgilendirebilseydi bile bir şey değişebilir miydi ve neden değişebilir ya da değişemezdi demokrasinin işleyişi?
            Sorunun cevabı aslında ülkeye hangi demokrasi anlayışının hâkim olduğunda gizli ve o demokrasi anlayışını destekleyen ya da köstekleyen gayri sâfi milli hâsıla ile o ülkenin insanlarına verilmiş eğitim olanaklarında… Schumpeter’in minimal demokrasisiyle yönetilen ülkelerde mesele çoğunluğun kimi istediğidir, şayet çoğunluk yanlı bir eğitim almışsa ya da eğitimden yoksun kalmışsa, şeffaf bir medyayı dahi yorumlayacak alt yapıya sahip değilse, ekonomik şartlar nedeniyle para sahibi siyasiden yardım alıyorsa orada başarılı ve şeffaf medyanın dahi demokrasi için yapacağı bir şey kalmamıştır. Zira ruhi ve maddi ihtiyaçları paralı ve hırslı siyasilerce karşılanan çoğunluk, tiranlığı o siyasetçilere devretmekte hiçbir sakınca görmeyecektir ve demokrasi kendi diktatörlerimizi seçmeye dönüşecektir.

            Öte yandan Türkiye’de zaten tarafsız bir medya hiçbir zaman var olamadı. Her daim birbirine saldıran manşetlere sahip olmuş bir ülke olarak bugün de saldırı yerine göklere çıkaran manşetleri görmek şaşırtıcı olmuyor. 15 yıl öncesine kadar Murdock misali kök salarak medya imparatorluğu haline gelen bir Medya kuruluşu yine sermaye gücü ve siyasi erki sayesinde başa geçen bir politik partinin hamleleriyle tepe taklak olabiliyor. Oysa adı geçen medya devi bir zamanlar iktidarları sarsacak güce sahipti. Bugün onları yıkan iktidarın bunu yapabilmesindeki sır kendisinin de öyle ya da böyle çok sayıda medya organına sahip oluşunda saklı.
            Peki okuyucu, medya ve demokrasi ilişkisi nasıl?
            Türkiye’de okur yazarlık oranının ancak 2011’de %88’e ulaşabildiği düşünülürse ve edinilen mesleklere bağlı olarak kazanç da bu düşünceye dâhil olursa Türkiye’de neden her
zaman el altından maddi yardım yapan partilerin iktidar olduğu açıklık kazanacaktır, ayrıca genelde bu partilerin yüzyıllarca Osmanlı hakimiyetinde gelişmiş dinsel kültürün çok yerleşik olduğu şehirlerde daha çok oy topladıkları da aşikâr. Zira son yıllardaki iktidarın ilişkili olduğu televizyon kanallarının haber ve yayın politikaları ve gazetelerinin bakış açıları çoğunluk üzerinde daha etkili olabildi. Nitekim toplumun büyük kısmı, cumhuriyet sonrası Türkiye’sinin batılı eğitimini sınırlı olarak alabildi ve hatta 1950 sonrası iyice değişen ve gerileyen eğitim sisteminin eline kaldı, artık yüzyılların getirdiği anlayışa daha yakın duran bir resim vardı karşılarında.
            Bugün yeni medya dediğimiz twitter, facebook gibi organizmalar siyasi erklerin, büyük ve çokuluslu şirketlerin ana akım medya üzerindeki etkisinden daha fazla sıyrılmış durumda. Daha şeffaf, daha muhalif bir yapı var. Kendi içinde sürekli devinen bir sosyal-siyasi platform var. Birçok hata göz önüne seriliyor ve Türkiye dünya üzerinde bu iki organizmayı ve dahi diğerlerini en çok kullanan ülke. Hadi ana akım medya çok yanlı ve insanlar sadece sunulanı görebiliyor, peki ya ana akım medyadan daha fazla takipçisi olan yeni medyada niçin insanların bilgilendirilme sürecine karşı bir şey değişmiyor. Şüphe yok ki tümüyle kırsal ya da dağlık olmayan her yerde internet var, üstelik kısıtlı sosyalleşme nedeniyle o bölgelerin internet kullanıcısı daha fazla. Peki sonuç niye aynı? Bunun cevabı zaten yukarıda bahsi geçen olgular: Ekonomik desteklenme, yanlı ve ezberci eğitim, zira insanların aldıkları haberi ve bilgiyi süzüp, fikir değiştiremeyecek kadar kemikleşmiş inançları ve hali hazırda iktidarca karşılanan ihtiyaçları var.
            Medyanın ya da yeni medyanın sunduklarını analiz edecek bakış açısına sahip olmasına izin verilmeyen milyonlarca insan var. Bunların bir kısmı zaten çocuk, bir kısmı da konuyla artık ilgilerini kesmiş yaşlılar. Gençler eskiye oranla yeni medya sayesinde daha politize olsa da çoğu zaman fazla kutuplaşmış durumdalar. Orta yaşlı çalışan güruh ise ekonomik desteklenmeyi yadsıyamıyor. Ve dost meclislerinde en çok bahsi geçen cümleler: “Olan biteni görüyoruz, iktidar parayı ve siyaseti kendi işine ve şahsi geleceğine kapı açacak şekilde kullanıyor, ama hizmet de veriyor. Bu hizmetlerin çoğu kendi yandaşlarına gitse bile. Öte yandan muhalefete katılmak isteriz, lakin muhalefetin söyleyecek sözü yok, bir gün iktidar olsa elinde bir yol haritası bile yok. Her ikisini de istemiyoruz, ama oy verilebilecek başka ve daha iyi bir yapı yok; Kötünün iyisini seçmek  zorunluluğu var!”
Kısaca Türkiye’de muhteşem bir basın kanunu olsaydı ve işleseydi, basın şeffaf ve bilgi verici olsaydı da pek bir şey değişmeyecekti, çünkü medyayı takip eden insanlar zaten o yapının içine çekilen oradan haklı ya da haksız kazanç elde eden çoğunluğa sahip olanlar. Şayet eğitim Legolar gibi her gelen iktidarın elinde şekilden şekle girmeseydi, istikrarlı bir biçimde insanlar sağlam ve yeterli eğitimi alabilselerdi, basın şeffaf olmasa dahi toplum bunu görebilecek ve tepki verecek düzeyde olurdu. Oysa onlarca yıldır eğitimsizleştirilmiş insanlar etnik, dini sorunlarla körüklenip, açlıkla terbiye edildi. Bu yüzden medyanın sunacağı tarafsız gerçekler dahi insanların bilgilenip tarafsız ve haklı seçimler yapmasını sağlamayacaktır, hele ki siyasi seçim yapacakları işe yarar alternatifleri yoksa!
            Kant’ın akılcılığına dayanan ideal bir demokrasi için daha eğitimli ve ekonomik refaha sahip bir ülke olabilmek gerekiyor her şeyden evvel. Şu anda var olan ekonomik rahatlık, daha öncesinde uzun süre yoksulluk çekmiş insanları yatıştıran göreli bir rahatlık, Onca zaman sonra bir parça nefes alabilen çoğunluk bu rahatı kaybetmemek uğruna bu değirmenin suyu nerden geliyor sorusunu es geçiyor yalnızca. Bu süreç senteze ulaştığı vakit ekonomi ve eğitim tüm toplumda eşit oranda beklentileri sağlayabilirse, işte ancak o gün demokrasiden, şeffaf bir medyadan ve olan bitenden haberdar olup onu analiz edebilen insanlardan söz edebiliriz.
            Tam da yukarıda bahsettiklerim sebebiyle ben anayasa ve basın kanunundaki maddelerden söz açmıyorum, çünkü üzerinde etki gösterip işe yarayacakları bir toplumun henüz var olduğunu düşünmüyorum ve zaten Schumpeterian bir demokrasinin de demokrasi olduğuna inanmıyorum.

24 Kasım 2011 Perşembe

bembeyaz

her şey çok beyaz. olması gerektiğinden fazla.

fazla ışığın insanı kör ettiğini hatırlatacak, kör edecek kadar beyaz.

dikkatini asla toplayamayacağın kadar aynı her şey, dikkatini bozacak tek bir şey olmamasına rağmen; öyle beyaz.

gözlerini yoracak, sulandıracak, karartacak kadar bembeyaz.

ölmüş olduğunu ve beyaz bir çöle düştüğünü düşündürecek kadar beyaz artık her şey.

duvarlar, yerler ve gök beyaz.

düşünceler ve hisler hiç var olmamışlar gibi beyaz.

ölmek isteyecek kadar.. beyaz.

22 Kasım 2011 Salı

...

Temmuz aylarında, kırkikindi şimşekleri çakarken uzak tepelerde balkonda oturup yazardım. Sonra kış bastırırken, dökülen kırmızı, sarı yaprakları izlemeyi sürdürerek cam önlerinde devam ettim yazmaya...

Hep bir hayalim vardı. Daima gitme hayalini kurduğum bir yabancı bir şehir ve duvarda o şehre ait posterler...

"Uçuruma uzun süre bakarsan, uçurum da senin içine bakar" sözünün pratiğe dönüşmesine meyilli biriydim, ama yaza yaza sivrildim.
Ve hayal ede ede... Hayal ettiklerime ulaşınca son buldu sevincim. Ben de yaşamak için yenilerini seçtim.

Kış çok ağır: camdan bakınca yaprakları bedenini terkeden bir ağaç göremeyince.
Bu yüzden geçmiyor mutsuzluğum. bu yüzden hiç olmazsa bir posterim olsun duvarda gitme hayalini kurduğum istiyorum, ama öyle sardı ki dünyevi endişeler, beni ayakta tutan çocuk merakımı avcumda tutamıyorum...

Oysa bir hayali olmalı benim gibi terkedilmişlerin. Gitmek için hep hayal kurdukları bir uzak memleketleri, yazmak için avare vakitleri, yaslanıp kitap okuyacakları sıcak bir cam önü köşeleri...